tag:blogger.com,1999:blog-92205271832883477142024-02-20T21:50:05.012+03:00DİNİ BİLGİLER TVSitemizdeki yazılar Ehli Sünnet alimlerinin kitaplarından aynen alınmıştır. Dini Bilgiler Televizyonu olarak TV renkliliğinde yayınlarla hizmetinizdeyiz.VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.comBlogger1540125tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-23877088696689164302023-07-31T13:48:00.010+03:002023-07-31T13:49:18.813+03:00Namazları evvel vaktinde kılmalı<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh07p76yG4cEp40lJZaZAzVr9Vaa4RcW5nM_ijkMT6h8xDHq0xXkjKMfVNm-N2h9sn5OdkUf1j9BDU53LyiVnelfwiJsx-g-bkWCHGJBeTS2YYj7g32T2w8Hwjf28cvJEdcWotiht3UMW0_/s1600/namaz.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh07p76yG4cEp40lJZaZAzVr9Vaa4RcW5nM_ijkMT6h8xDHq0xXkjKMfVNm-N2h9sn5OdkUf1j9BDU53LyiVnelfwiJsx-g-bkWCHGJBeTS2YYj7g32T2w8Hwjf28cvJEdcWotiht3UMW0_/s1600/namaz.jpg" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: Beş vakit namazı kılarken, yalnız olarak kılındığında veya cemaatle kılındığında, namazın kılınacağı vakit konusunda, evvel vaktinde veya son vaktinde kılınır diye bir farklılık var mıdır?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap:</b> Sabah namazını her mevsimde İsfâr etmek, yani ortalık aydınlanınca kılmak müstehabdır. Cemaat ile öğle namazını, yazın sıcakta geç, kış günleri ise, erken kılmak müstehabdır. Akşam namazını her zaman erken kılmak müstehabdır. Yatsı namazını, şerî gecenin yani gurubdan fecre kadar olan zamanın üçte biri oluncaya kadar geç kılmak müstehabdır. Gecenin yarısından sonraya bırakmak ise tahrimen mekruhtur. Bu geciktirmeler, hep namazları cemaat ile kılanlar içindir. Namazları evinde yalnız olarak kılan kimse, her namazı vakti girer girmez kılmalıdır. Künûz-üd-dekâıkda yazılı ve İmâm-ı Hâkim ve İmâm-ı Tirmizînin bildirdikleri hadîs-i şerifte;<br /> <br /> (İbadetlerin en kıymetlisi, evvel vaktinde kılınan namazdır) buyuruldu. İzâlet-ül hafâ kitabında yazılı, İmâm-ı Müslim'in bildirdiği hadîs-i şerifte;<br /> <br /> (Bir zaman gelecek, amirler, imamlar, namazı öldürecekler, vaktinden sonraya bırakacaklardır. Sen, namazını vaktinde kıl! Senden sonra, cemaat olurlarsa, onlarla da, tekrar kıl! İkinci kıldığın nafile olur) buyuruldu.<br /> <br /> İkindiyi ve yatsıyı, İmâm-ı a'zam hazretlerinin kavline göre kılmak ihtiyatlı olur. Uyanamayan, vitri yatsıdan hemen sonra kılmalıdır. Vitir namazı, yatsı namazından evvel kılınırsa, yatsı namazını kıldıktan sonra tekrar kılınır. Uyanabilen ise, gecenin sonunda kılmalıdır.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: Nafile namazlar her vakitte kılınabilir mi yoksa nafile namazın kılınmadığı vakitler de var mıdır?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap: </b>Yalnız nafile kılmanın mekruh olduğu iki vakit vardır. Birincisi, sabah tan yeri ağardıktan, güneş doğuncaya kadar, sabah namazının sünnetinden başka nafile kılınmaz. İkincisi ise; ikindiyi kıldıktan sonra, akşam namazından önce nafile kılmak mekruhtur. Cuma günü imam hutbe okumak için minbere çıkınca ve müezzin ikamet okurken, diğer namazlarda imam namazda iken nafileye, yani sünnete başlamak mekruhtur. Yalnız sabah sünnetine başlamak mekruh değildir. Bunu da saftan uzak veya direk arkasında kılmalıdır. Cuma günü imam hutbe okumak için minbere çıkmadan önce başlanan sünneti tamamlamalı denildi.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: Küfürden kurtulmak için ne yapmalıdır?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap:</b> Erkek olsun, kadın olsun, her Müslümanın, her sözünde, her işinde, Allahü teâlânın emirlerine, yani farzlara ve yasak ettiklerine [haramlara] uyması lâzımdır. Bir farzın yapılmasına, bir haramdan sakınmağa ehemmiyet vermeyenin imanı gider, kâfir [Allahın düşmanı] olur. Kâfir olarak ölen kimse, kabirde azab çeker. Ahirette Cehenneme gider. Cehennemde sonsuz yanar. Affedilmesine, Cehennemden çıkmasına imkan ve ihtimal yoktur. Kâfir olmak çok kolaydır. Her sözde, her işte kâfir olmak ihtimali çoktur. Küfürden kurtulmak da çok kolaydır. Küfrün sebebi bilinmese dahi, her gün bir kere, (Ya Rabbi! Bilerek veya bilmeyerek küfre sebep olan bir söz söyledim veya bir iş yaptım ise, nadim oldum, pişman oldum. Beni affet) diyerek tevbe etse, Allahü teâlâya yalvarsa, muhakkak affolur. Cehenneme gitmekten kurtulur. Cehennemde sonsuz yanmamak için, her gün muhakkak tevbe etmelidir. Bu tevbeden daha mühim bir vazife yoktur. Kul hakkı bulunan günahlara tevbe ederken, bu hakları ödemek ve terk edilmiş namazlar için tevbe ederken, bunları kaza etmek lâzımdır. <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=123" target="_blank">(İslâm Ahlâkı s. 123)</a></b><br /> <b><br /></b> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Cehennem şimdi var mıdır ve nerededir? Cehennemin her tarafında yapılacak azablar aynı mıdır?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap</b>: Kâdî-zâde Ahmed efendi (Ferâid-ül-fevâid) ismindeki (Âmentü şerhı) kitabında diyor ki: Cehennem yedi tabakadır. Birbirinin altındadırlar. Her tabakanın ateşi, üstündekilerden daha şiddetlidir. Günahı affedilmemiş olan müminler birinci tabakada, günahları miktarı yanıp, sonra Cehennemden çıkarılarak, Cennete götürüleceklerdir. Diğer altı tabakada çeşitli kâfirler sonsuz yanacaklardır. Azabı en şiddetli olan yedinci tabakasında münafıklar yanacaktır. Bunlar, dilleri ile İslâmiyeti methedip, övüp, kalpleri ile inanmayan iki yüzlü kâfirlerdir. Kâfirler yanıp kül olunca, tekrar yaratılarak, tekrar yanacaklar, sonsuz olarak böyle yanacaklardır. Cennet ve Cehennem şimdi mevcuttur. Bazı âlimlere göre, Cehennemin nerde olduğu malum değildir. Bazılarına göre, yedi kat yerin altındadır. Bu sözleri, Erd küresinin içinde olmadığını göstermektedir. Erd küresi, güneş ve bütün yıldızlar birinci sema [gök] içinde olduklarına göre, yeryüzünün neresinde olursak olalım, yedi kat yerin altında sema vardır. Cehennemin, yedi kat semadan birisinde bulunduğu anlaşılmaktadır. <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=198" target="_blank">(İslâm Ahlâkı s. 198)</a></b><br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-71981780395920087702023-07-31T13:46:00.008+03:002023-07-31T13:46:58.928+03:00İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjMzvAiiQk35Cw_lF5gZTELdITPg_G7OOoYbq5hyS8u0Ulut9ivl9pXzNJoQzQIbaItHLsXlBai0xGn5F5KVGvImlgeuD0606CywX_V6h1aW875eOw4H0OkDc4Rgc5kgw85AYIS8-lFpGA/s800/%25C4%25B0nsan+hasta+olmamaya+dikkat+etmelidir.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;" target="_blank"><img alt="İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjMzvAiiQk35Cw_lF5gZTELdITPg_G7OOoYbq5hyS8u0Ulut9ivl9pXzNJoQzQIbaItHLsXlBai0xGn5F5KVGvImlgeuD0606CywX_V6h1aW875eOw4H0OkDc4Rgc5kgw85AYIS8-lFpGA/s16000/%25C4%25B0nsan+hasta+olmamaya+dikkat+etmelidir.jpg" title="İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir" /></a></div><div class="gmail_quote"><div><b><br /></b></div><div><b>Sual: Bir hastalığa yakalanan kimsenin, doktor, ilaç gibi maddi sebeplerin yanı sıra, dininin bildirdiği manevi sebeplere yapışmasının faydası olur mu?</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Cevap:</b> İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir. Bunun için de, İslamiyete uygun yaşamak lazımdır. İslamiyete uymakta gevşek davranarak, hasta olan kimse, ilaç almalı, perhiz etmeli ve fakirlere sadaka nezretmeli, adakta bulunmalı ve sık sık sadaka vermelidir.</div><div><br /></div><div>Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, her şeyi sebeple yaratır. Bir şeye kavuşmak için, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapmak lazımdır. Her şeyin yaratılmasında müşterek, ortak olan manevi sebep, sadaka vermek, yetmiş kerre, Estagfirullah min külli mâ kerihallah duasını okumaktır. Bu iki manevi sebep, maddi sebepleri bulmaya da yardım eder. Peygamber efendimiz;</div><div><br /></div><div>(Allahü teâlâ, her hastalığın ilacını yaratmıştır. Yalnız, ölüme çare yokur)</div><div><br /></div><div>(Hastalıkların başı, çok yemektir. İlaçların başı, perhizdir)</div><div><br /></div><div>(Hastalarınızı, sadaka vererek tedavi ediniz!) buyurdu.</div><div><br /></div><div><b>***</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Sual: Cenazeyi yıkamak için cenaze sahibinden para almak veya istemek, dinen uygun olur mu?</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Cevap</b>: Cenazeyi parasız yıkamak çok sevaptır. Para istemek caiz ise de, parasız yıkayan başkası yok iken para istemek caiz olmaz. Cenaze taşımak, kabir kazmak ücreti de böyledir.</div><div><br /></div><div><b>***</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Sual: Yemek yerken, elini veya ağzını ekmeğe silmenin bir mahzuru olur mu?</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Cevap:</b> Tuzluğu, tabağı ekmek üstüne koymak, elini, bıçağı ekmeğe silmek mekruhtur. Bu ekmek yenirse, mekruh olmaz.</div><div><br /></div><div><b>***</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Sual: Suda boğularak ölen bir kimsenin cesedini tekrar yıkamak gerekir mi?</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Cevap</b>: Suda boğulan bir kimsenin cesedi de, üç kerre yıkanır veya yıkamak niyeti ile, suda üç kerre hareket ettirilir. Yağmurda cesedi ıslanan kimse de yıkanır. Meyyiti yıkamak, her dinde vardı. Âdem aleyhisselamı melekler yıkadı ve;</div><div><br /></div><div>(Ölülerinizi böyle yıkayınız) dediler.</div><div><br /></div><div><b>***</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Sual: Malı olan bir kimsenin, bu malı çocuklarına miras bırakması mı yoksa hayatta iken hayır yerlerine, salih kimselere vermesi mi daha faziletlidir?</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Cevap</b>: Çocukları fasık olanın, günahlara dalanın, miras bırakmayıp, salihlere, dinin bildirdiği hayır yerlerine vermesi efdaldir. Çünkü, çocuklarının günah işlemesine yardım etmemiş olur. Fasık yani açıkça günah işleyen çocuğa da, nafakadan fazla yardım yapmamalıdır.</div><div><br /></div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-77276979119062618052021-07-07T12:29:00.010+03:002021-07-07T12:29:48.273+03:00Helal gıdanın önemi<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikfXLR5QMBy2Cl-6pyskiqt7UJ4dHDUtYlG6yFZb8QZrxgMKJmR6q5cnHOs7CMkKYXkQLGIXMllBMgsFDFqOqwQm6OTkk_ocuuy2EQpER3zjlL6tZloFWjZyL8tKR4J2iNcqcT72C2EpiD/s1600/Helal+g%25C4%25B1dan%25C4%25B1n+%25C3%25B6nemi.png" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikfXLR5QMBy2Cl-6pyskiqt7UJ4dHDUtYlG6yFZb8QZrxgMKJmR6q5cnHOs7CMkKYXkQLGIXMllBMgsFDFqOqwQm6OTkk_ocuuy2EQpER3zjlL6tZloFWjZyL8tKR4J2iNcqcT72C2EpiD/s1600/Helal+g%25C4%25B1dan%25C4%25B1n+%25C3%25B6nemi.png" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: Şimdiki çocuklar istenildiği gibi neden eğitilemiyor? </b><br /> <b><br /></b> <b>CEVAP</b><br /> <br /> Çocuğu helal gıda ile beslemelidir! Haram gıdanın etkisi çocuğun özüne işler, çocukta uygunsuz işlerin meydana gelmesine sebep olur. Hadis-i şerifte (Yiyip içtikleriniz helal, temiz olsun! Çocuklarınız, bunlardan hasıl olur) buyuruldu. <br /> <br /> Çocukları, ahlaksız kadınlara da emzirtmemelidir! Peygamber efendimiz, ahmak kadınları da süt anne olarak tutmamayı, sütün kötü etkisinin olacağını bildirmektedir. Buradan kâfir kadını süt anne olarak tutulmaz manası çıkarılmamalıdır! Zira fıkıh âlimi İbni Âbidin hazretleri, (Kâfir kadının Müslüman çocuğa ve Müslüman kadının kâfir çocuğa süt anne tutulması caizdir) buyurmaktadır. (Redd-ül Muhtar)<br /> <br /> İbrahim Ethem hazretlerine, gece gündüz ibadet eden, vecde gelip kendinden geçen bir gençten bahsettiler. Gencin yanına gidip üç gün misafir kaldı. Çok acaip haller gördü. Gencin bu halinin şeytandan olup olmadığını öğrenmek istedi. Yediğine baktı. Helalden değildi. Bu hallerin şeytandan olduğunu anladı. Genci evine davet etti. Gence helal yemek verdi. Gençteki eski aşk ve gayret kalmadı. Genç, bana ne yaptın dedi. İbrahim Ethem hazretleri, gence, (Sendeki haller şeytandandı. Helal yiyince şeytan giremedi. Esas halin meydana çıktı) buyurdu. (Tezkiretül-evliya)<br /> <br /> Haram yemek kalbi karartır, hasta eder. Zünnun-i Mısri hazretleri buyurdu ki: <br /> <br /> <h3> Kalbin kararmasının dört alameti vardır: </h3> <br /> 1- İbadetin tadını duymaz.<br /> 2- Allah korkusu hatırına gelmez.<br /> 3- Gördüklerinden ibret almaz.<br /> 4- Okuduklarını, öğrendiklerini anlayıp kavrayamaz.<br /> <br /> Muhammed bin Fadl Belhi hazretleri de buyurdu ki: <br /> <br /> <h3> Kalbin kararmasına 4 şey sebep olur:</h3> <br /> 1- Öğrendiği ile amel etmemek.<br /> 2- Bilmeyerek yapmak.<br /> 3- Bilmediklerini öğrenmemek.<br /> 4- Başkasının öğrenmesine mani olmak.<br /> <br /> Nefs, kötü isteklerden [dinin yasakladığı şeylerden] kurtarılınca, kalb temizlenir.<br /> <br /> ***<br /> <br /> <b>Sual: Büyük günah işleyen; fakat kazancı helal olanın yemeğini yemek, caiz midir?</b><br /> <b><br /></b> <b>CEVAP</b><br /> <br /> Evet, gerektiğinde yemek caizdir. Mesela içkili lokanta işletenin yemeğini yemek caizdir.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Fırına verdiğimiz patatesli pideleri, fırıncı başkasına vermiş. Bize kıymalı pide kalmış. Fırıncı bunları da siz alın, dedi. Ne yapmak gerekir?</b><br /> <b><br /></b> <b>CEVAP</b><br /> <br /> Kıymalı pidelerin sahibi biliniyorsa, gidip helâlleşmeli. Sahibi belli değilse, yiyen için bir mahzuru yoktur. Fırıncı, yanlış verdiği için, ihmali varsa, günahı ona ait olur. <br /> <br /> ***<br /> <b><br /></b> <b>Sual: Bölünmeden mirastan gelen hediyeyi yemek caiz mi?</b><br /> <b><br /></b> <b>CEVAP</b><br /> <br /> Hayır.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Bir arkadaş, başka yerdeki arkadaşına vermem için bir kutu çikolata verdi. Yolda çikolataların yarısını yedim. Varınca, çikolataların yarısını yediğimi söyleyip helalleştim. Habersiz yediğim için günah oldu mu?</b><br /> <b><br /></b> <b>CEVAP</b><br /> <br /> Emanete hıyanet etmişsiniz. Helalleşmeden ölebilirdiniz de. Fakat helalleştiğinize göre, sadece mekruh olur. (Hindiyye) <br /> <br /> ***<br /> <b><br /></b> <b>Sual: Kesin izin vereceğini bilinen kişinin malını yemek caiz mi?</b><br /> <b><br /></b> <b>CEVAP</b><br /> <br /> Caiz. Ama suizanna sebep olacak şeyden uzak durmalı <br /> <br /> ***<br /> <b><br /></b> <b>Çocuğun getirdiği su</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Çocuğun getirdiği mubah suyu içmek niye caiz değildir? Evin çeşmesindeki suyu getirse yine mi içilmez? Mubah su ne demektir?</b><br /> <b><br /></b> <b>CEVAP</b><br /> <br /> Herkesin kullanabildiği göl, pınar, ırmak gibi sulardır. Çocuk bu suyu alınca onun mülkü olur. Çocuk, mülkünü başkasına hediye edemez. Ama evin içindeki su onun değildir. Onu getirirse, ana babası içebilir. Marketten aldığı şişe suyu onun mülkü olur. Onu kimseye hediye edemez.<br /> <br /> Ana, baba veya veli, çocuğun malını kimseye hediye edemez. Birine hediye etmek isterse, önce bunun kıymeti kadar parayı ona hediye eder. O da, bu para ile çocuğun malını velisinden satın alır. Bu para çocuğun olur. Veli, kendi parasıyla çocuğun kullanması için aldığı şeyleri dilediğine hediye edebilir. Çocuk malını ana veya babasına verse, bunların mülkü olmaz. (S. Ebediyye)<br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-49445940278191243902021-07-07T12:29:00.001+03:002021-07-07T12:29:01.800+03:00Heykel ve resim yapmak<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8AiRIPKMz0BEB9MeDaGoYk2Owx6MdEZX_steFNOElt5UsTLpWgjeNHB-5xNZ3HSiNMq9mBdSW4cGuawVKXOveguSxAnlySmTNL3eYO83-q47i5agUAIHpV2H38lPaKplDUe6IzmJfz2Zt/s1600/Heykel+ve+resim+yapmak.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><span style="color: black; font-family: inherit;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8AiRIPKMz0BEB9MeDaGoYk2Owx6MdEZX_steFNOElt5UsTLpWgjeNHB-5xNZ3HSiNMq9mBdSW4cGuawVKXOveguSxAnlySmTNL3eYO83-q47i5agUAIHpV2H38lPaKplDUe6IzmJfz2Zt/s1600/Heykel+ve+resim+yapmak.jpg" /></span></a></div><div class="gmail_quote"><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><b><span style="font-family: inherit;">Sual: İslamiyet'ten önceki bazı hak dinlerde, canlı resmi ve heykel yapmak caiz miydi?</span></b></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"> <b><span style="font-family: inherit;">CEVAP</span></b></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"> Evet, caizdi. Bir âyet-i kerime meali:</span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"> <span style="font-family: inherit;"><br /></span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"> (Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar [geniş] leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi, şükredin! Kullarımdan şükreden azdır!) [Sebe 13]</span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"> <span style="font-family: inherit;"><br /></span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"> Burada sözü geçen heykeller, peygamberlere ve âlimlere ait suretlerdi. Peygamber efendimiz bu hususta, (Onlar, aralarından salih bir adam ölünce, kabri başında bir mescid bina ederler ve o mescidin içinde o suretleri yaparlardı) buyurmuştur. Onların ibadetlerini hatırlayarak, daha çok ibadete sarılsınlar diye böyle yapıyorlardı. İşte bu husus, suret yapmanın o dönemde mubah olduğunu göstermektedir. Muhammed aleyhisselamın diniyle, bu nesh edilmiş, canlı resmi ve heykel yapmak yasaklanmıştır. (Kurtubi tefsiri)</span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"> <span style="font-family: inherit;"><br /></span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"> <h3> <b><span style="font-family: inherit; font-size: small;">Sıkıntılardan kurtulmak</span></b></h3> </div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"> <b><span style="font-family: inherit;">Sual: (Sıkıntılardan kurtulmayı istemek, ölümü istemek anlamına geldiği için uygun olmaz, çünkü Müslüman sıkıntılarından, ancak ölünce kurtulur) sözü yanlış değil mi?</span></b></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"> <b><span style="font-family: inherit;">CEVAP</span></b></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"> Evet, yanlıştır. Allahü teâlâdan her zaman sıhhat ve afiyet istemeli ve bütün sıkıntılarımızdan kurtulmak için dua etmeli, buna rağmen sıkıntı gelirse de sabretmeli ve kurtulmak için de yine dua edip sebeplerine yapışmalı. İki hadis-i şerif meali:</span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"> <span style="font-family: inherit;"><br /></span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"> (Sıkıntıdan kurtulmak için şu duayı okuyun: "Lâ ilahe illallahül'azîm-ül-halîm. Lâ ilâhe illallahü Rabbül-Arş-il'azîm. Lâ ilâhe illallahü Rabbüs-semâvâti ve Rabbül-Erdı Rabbül Arş-il-kerîm.") [Müslim] <a href="http://www.dinimizislam.com/ekart/dualar/049.jpg" target="_blank"><b>Orijinali için tıklayın!</b></a></span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"> <span style="font-family: inherit;"><br /></span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"> ("Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah" okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır.) [Hâkim] <a href="http://www.dinimizislam.com/ekart/dualar/011.jpg" target="_blank"><b>Orijinali için tıklayın!</b></a></span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"> <span style="font-family: inherit;"><br /></span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"> Görüldüğü gibi, sıkıntıdan kurtulmayı istemek dinimizin emridir.</span></div><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div> <div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; margin: 0px;"> </div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-56638383841178569142021-07-07T12:28:00.007+03:002021-07-07T12:28:29.683+03:00Dertlerin, belaların gelmesinin sebebi<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmAyXWWkCar8AVZbZVOAZpAxxEeh7eE8Pbfv7a7OyQFGY6htrtr6XJI1Lrpp3UdrRwkLO8pKSbdxZ5aNJI8t_hNONxcGgivVoo9MwjuV10elg19Wc4s2vkz8RVOBFCNPN_Igni8IWKFR09/s1600/Dertlerin%252C+belalar%25C4%25B1n+gelmesinin+sebebi.png" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmAyXWWkCar8AVZbZVOAZpAxxEeh7eE8Pbfv7a7OyQFGY6htrtr6XJI1Lrpp3UdrRwkLO8pKSbdxZ5aNJI8t_hNONxcGgivVoo9MwjuV10elg19Wc4s2vkz8RVOBFCNPN_Igni8IWKFR09/s1600/Dertlerin%252C+belalar%25C4%25B1n+gelmesinin+sebebi.png" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: İnsanların başına gelen dertlerin sebebi nedir ve bu belalar günahlara keffaret olur mu?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap:</b> Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:<br /> <br /> "Dertlerin, belaların gelmesine sebep, günah işlemektir. Fakat, belalar, sıkıntılar, günahların affedilmesine sebep olur. Allahü teâlâ, sevdiklerinin günahlarını affetmek için, onlara dert, bela gönderiyor. Tövbe, istiğfar edince de, günahlar affolur. Dert ve bela gelmesine lüzum kalmaz ve gelmiş dertler de gider. O hâlde, dert ve beladan kurtulmak için, çok istiğfar okumalıdır.<br /> <br /> Dostların günahını, düşmanların günahları gibi sanmamalıdır. Bunlardan günah ve kusur sadır olsa da, başkalarının günahları gibi değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Tâhâ sûresi, yüzonbeşinci âyetinde meâlen, (Âdem'e önce söyledik. Fakat unuttu. Azim ile, karar ile yapmadı) buyuruldu. O hâlde, dostlara gelen dertlerin, belaların, musibetlerin çok olması, günahların çok affedildiğini gösterir. Günahların çok olduğunu göstermez. Resulullah efendimiz ölüm hâlinde, şiddet ve sıkıntıda iken, Fatıma radıyallahü anha, babasını çok sevdiği ve çok acıdığı için ve Peygamber efendimiz; (Fatıma, benden bir parçadır) buyurmuş olduğu için, o da sıkılıyor, kıvranıyordu. Kızının bu hâlini görünce, onu teselli etmek için, (Babanın çekeceği sıkıntı, ancak bu kadardır. Başka hiçbir sıkıntı görmez!) buyurdu.<br /> <br /> Cehennemdeki çok şiddetli azapların, birkaç günlük sıkıntı ile giderilmesi ve günahların temizlenmesi için dünyada sebepler gönderilmesi ne büyük nimettir. Dostlara bu muamele yapılırken, başkalarının günahlarının hesabını ahirete bırakıyorlar. Başkaları, bu ihsana layık değildir. Çünkü, büyük günah işlerler, yalvarmaz, boyun bükmez, ağlamaz ve Ona sığınmazlar. Günahları sıkılmadan işlerler ve kasıt ile, planlayarak işlerler. Hatta inat edercesine işlerler. Ceza, suçun büyüklüğüne göre değişir. Günah küçük olur ve suçlu boynunu büküp yalvarırsa, bu suç, dünya dertleri ile affolunabilir. Fakat, günah büyük, ağır olur ve suçlu inatçı, saygısız olursa, bunun cezası ahirette sonsuz ve çok acı olmak lazım gelir. Nahl sûresi, otuzüçüncü âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendi kendilerine zulmedip, ağır cezaları hak ettiler) buyuruldu.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Hibe, hediye vermek ne demektir? Mal hediye edildiği gibi menfaat de hediye edilebilir mi? Sadaka ile hediye aynı manaya mı gelir? Hediye veya sadakayı geri istemek caiz midir?</b><br /> <br /> <b>Cevap</b>: (İhtiyâr) kitabı (Hibe)yi anlatırken diyor ki: Hibe, hediye vermek, karşılıksız temlik, bağışlamak demektir. Bağış sahipleri verdim der, başkan [veya vekilleri] de aldım der ve sözleşilen yerde veya sonra, hibeyi yapanın izini ile kabz eder. Yani teslim alır. Kabzdan önce, icab veya kabulden vaz geçebilirler. Bu icab ve kabul ve kabz işlemleri yapılınca, bağış başkanın mülkü olur. Küçük çocuğa verilen hediyeyi, kendisi, anası veya velisi kabz edebilir. Taksimi mümkün olmayan malı hibe etmek câizdir. Mal hibe olunur. Menfaat hibe olmaz. Bir malın yalnız menfaatini, yani kullanılmasını hibe etmeğe (Âriyet) denir. Bu mal, kullananın elinde emanet olur. Evi, oturmak için âriyet vermek câizdir.<br /> <br /> Taksimi mümkün olan malın parçası taksimden sonra hibe olunur. Binanın parçası, ağaçtaki meyve ve tarladaki ekin böyledir. İki kişinin ortaklaşa malik oldukları bir malı [meselâ bir evi], bir kişiye hibe etmeleri câizdir. Bir kişinin [bir malı] iki [veya daha fazla] kişiye hibe etmesi câiz olmaz. [Taksimi mümkün ise, ayırıp, parçalarını her birine ayrı ayrı vermelidir. Bunun için, bağışın yardım kurumuna değil, kurumun başkanına yapılması lâzımdır. Bağış, hükmî şahsa değil, hakiki şahsa verilince, sahih olur.] [Bir malın] iki fakire sadaka verilmesi câizdir. Fakire hibe edince, sadaka olur. Zengine sadaka diyerek verilen, hibe olur. Mahrem akrabası veya nikâhlısı olmayan kimseye hibe edilen malı geri almak câizdir. Fakat karşılığı verilmiş ve kabz edilmiş ise, verilen şey çoğalmış ise yahut ikisinden biri ölmüş ise veya verilenin mülkünden çıkmış ise, geri alınamaz.<br /> <br /> Hayvanın yaşlanması, büyümesi, nebatın büyümesi, kumaşın boyanması, kesilip biçilmesi, çoğalması sayılır. Verilen şeyin miktarının veya kıymetinin azalması, geri alınmasına mâni olmaz. Karşılığı bir başkası da verebilir. Karşılık olduğu söylenmeyerek verilen şey karşılık olmaz. Karşılık az veya çok olabilir. [Hibeyi alanın verdiği makbuz karşılık olur.] Belli bir şeyi karşılık vermesi şartı ile hibe etmek câizdir. Karşılığı kabzdan önce herhangi biri vazgeçebilir. Kabz edildikten sonra, ancak ikisinin rızası ile vazgeçilebilir. Birisine, (Ölünceye kadar evimde otur!) demek câizdir. Ölünce ev, sahibine, ölmüş ise vârisine geri verilir. (Evimde otur. Birimiz ölünce, ev kalanın olsun!) demek bâtıldır. Biri birinin ölmesini bekleyeceği için, buna (Rukbî) denildi. Mülk sahibi olmağı ölüme ve başka tehlikelere bağlamak sahih değildir. Sadaka verilen şey, hiç geri alınamaz.<br /> <br /> Malından bir miktarını sadaka vermeği adayan kimse, bu sadakayı zekât malından verir. [Ticaret malı yoksa, altın veya gümüşten geçerli olanı verir.] Başka mallardan veremez. Miktar bildirmedi ise, her cins zekât malından malik olduklarının hepsini verir. [Kağıt ve her metal para, zekât malı değildirler. Altın ve gümüşten para olarak geçerli olanın karşılığı olarak kullanılan senetlerdir. Bunların yerine, kıymetleri kadar, altın, gümüş verilir.] Evini [veya belli bir malını] sadaka etmeği adayan kimse, bunu veya kıymeti kadar altın, gümüş sadaka verir. (İhtiyâr)dan tercime tamam oldu.<b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=538" target="_blank"> (İslâm Âhlâkı s. 538)</a></b><br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-35365529340768133642021-06-28T22:13:00.003+03:002021-06-28T22:13:13.559+03:00Öyle gelen böyle gider<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNkPed02O61kvIfhUVc7HtODzbFSH2NyT0YO-NhJbphT9cXxJ256YdTIpk-nql_U1VwEsfPizvi6upH3Fj1MwxCFWLx_AjwyZPAYT1Y3eZzyTAVz9_s9GaHGKvSzN9HTMlC9gIMjdYKhyphenhyphenb/s800/%25C3%2596yle+gelen+b%25C3%25B6yle+gider.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;" target="_blank"><img alt="Öyle gelen böyle gider" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNkPed02O61kvIfhUVc7HtODzbFSH2NyT0YO-NhJbphT9cXxJ256YdTIpk-nql_U1VwEsfPizvi6upH3Fj1MwxCFWLx_AjwyZPAYT1Y3eZzyTAVz9_s9GaHGKvSzN9HTMlC9gIMjdYKhyphenhyphenb/s16000/%25C3%2596yle+gelen+b%25C3%25B6yle+gider.jpg" title="Öyle gelen böyle gider" /></a></div><div class="gmail_quote"><span style="font-family: inherit;"><span style="font-size: medium;"><b><span>Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:</span></b><br /></span> <br /> Evliya zatların huzuruna boş giden dolu döner, dolu giden boş döner. Dolu şeye, bir şey koymazlar. Boş olarak gitmeli, dolu olarak dönmeli. Dolu giderse, yani kendinde bir varlık hissederek ve ilmine güvenerek giderse faydalanamaz, eli boş döner. Ayrıca, tam inanmış olarak, sadık olarak gitmelidir.<br /> <br /> Maksada kavuşmak için çok çalışmak, nefsi terbiye etmek için çok uğraşmak gerekir, fakat bir yol vardır ki, nefsi itminana kavuşturup, ruhu kısa zamanda yüksek derecelere ulaştırır. O da, Allahü teâlânın sevgili kullarından birinin gönlünü kazanmaktır. Zira onların kalbi, Allahü teâlânın nazar ettiği yerdir.<br /> <br /> Bir tüccar, ticaret için başka bir şehre gider. Ticaretini yapar, iyi kazanır. (Buralarda büyük bir zat varsa sohbetine gideyim, istifade eder, duasını alırım) diye düşünür. Araştırır, böyle bir zatın olduğunu öğrenir. Onun dergâhına gider. Dergâh tıklım tıklımdır, ama kimse konuşmaz. Mübarek zat da konuşmaz. Herkes başını eğmiş, edeple oturur. O da arkalarda bir yer bulur, başını eğer oturur. Kimse konuşmayınca, (Herhalde bu tekkenin usulü de böyle) diye düşünür. Teslimiyetle oturur.<br /> <br /> Bir saat kadar sonra o mübarek zat başını kaldırır, tüccar nerede diye sorar. Tüccar, herhalde beni çağırıyor diye düşünerek, buradayım efendim der. Bunun üzerine, (Sen yanıma gel, siz de bana kâğıt kalem getirin) buyurur. Kâğıda, (Bu bizden kendisine mutlak icazettir) yazıp tüccara verir ve (Seni icazet-i mutlaka ile vazifelendirdim. Yani sen kemâle erdiğin gibi, artık başkalarını da yetiştirebilirsin. Git, memleketinde insanları irşad et) buyurur. Tüccar da, (Baş üstüne) diyerek gider. Talebeler, yolunu kesip sorarlar:<br /> <br /> - Allah aşkına söyle, ne yaptın? Hayatında ilk defa bu zâtı görüyorsun. Hiç konuşmadın, sadece bir müddet oturdun. Mürşid-i kâmil olarak, mutlak icazetle gidiyorsun. Nasıl oldu bu, lütfen bize anlat! Bizler senelerdir buradayız.<br /> <br /> Onlara şöyle anlatır:<br /> <br /> - Hazret-i şeyh, bana manevi bir hortum taktı, içimde ne varsa damarlarıma, hücrelerime kadar ne varsa hepsini boşalttı. Sonra mübarek göğsünden kalbime akıttı, akıttı. Tam ben taşarken gözlerim açıldı ve icazet yazıldı. Anlayacağınız, tüccar geldim, derviş gidiyorum. Artık malda, mülkte, parada gözüm yok.<br /> <br /> Talebeler bu sefer, hocalarına gidip derler ki:<br /> <br /> - Hocam, tüccar için ne saadet. Bu nasıl oldu?<br /> <br /> Mübarek zat onlara şu cevabı verir:<br /> <br /> - O kalbinde hiçbir düşünce olmadan, sırf istifade etmek için ve tam bir teslimiyetle gelmişti. Tam bir yetkiyle de gitti. Öyle gelen, böyle gider!<br /> </span><div><br /></div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-50077630824467191702021-06-28T22:12:00.006+03:002021-06-28T22:12:29.566+03:00Ana-babaya hizmet<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgRpkG-9LqMn9eL1deBWk3OnkavR-hUMiKHOi3OoEqqrpTjSS-KksNvgwrHgvPRpjIUPRGb8UXTPxvfRepbPHeXK0vW6WH4CP4sFHclJh2iSdm4E8VaOXE9dB2Vrf0QAoGQOeinHnlxdhDZ/s800/Ana-babaya+hizmet.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;" target="_blank"><img alt="Ana-babaya hizmet" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgRpkG-9LqMn9eL1deBWk3OnkavR-hUMiKHOi3OoEqqrpTjSS-KksNvgwrHgvPRpjIUPRGb8UXTPxvfRepbPHeXK0vW6WH4CP4sFHclJh2iSdm4E8VaOXE9dB2Vrf0QAoGQOeinHnlxdhDZ/s16000/Ana-babaya+hizmet.jpg" title="Ana-babaya hizmet" /></a></div><div class="gmail_quote"><div><b><br /></b></div><div><b>Sual: Ana baba hakkı, onlara hizmetin önemi hakkında bilgi verir misiniz?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>İmandan sonra birinci vazifemiz ana-babanın kalbini kırmamaktır. Onlar ne kadar kötü olsalar da, yine her şeyin üstünde hakları vardır. Onların kalbini kıranın ibadeti kabul olmaz. Müslüman doğmamıza ve müslüman yetişmemize sebep olan ana-babamızın kalbini kırarsak Cennete girmemiz düşünülebilir mi? Müslüman ana-babamız, bizden razı olmadıkça, Allahü teâlânın sevdiği kulu olmamız çok zordur. İyilik ederek rızalarını almaya çalışmalıdır!</div><div><br /></div><div>Allahü teâlâ ana-babaya iyilik edin buyuruyor. (Nisa 36, Enam 151,Ankebut 8) </div><div><br /></div><div>Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:</div><div>(Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur. Onlara karşı gelenin, âsi olanın ömrü bereketsiz ve kısa olur.)[Ey Oğul İlm.]</div><div><br /></div><div>(Ana-babası, yanında ihtiyarladığı halde, [onların rızalarını alamayıp] Cenneti kazanamayanın burnu sürtülsün.) [Tirmizi]</div><div><br /></div><div>(Cihad, fisebilillah [Allah yolunda] sadece kılıç sallamak değildir. Ana-babaya veya evlada bakmak da cihaddır. Ele muhtaç olmamak için çalışmak da cihaddır.) [Deylemi]</div><div><br /></div><div>Ana babanın yüzüne sert bakmamalı, şefkatle ve sevgi ile bakmalı! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:</div><div>(Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibadettir.) [Ebu Nuaym]</div><div><br /></div><div>(Ana-babanın yüzüne şefkatle bakana, kabul olmuş bir hac sevabı yazılır.) [İ.Rafii]</div><div><br /></div><div>(Huzurunda alıcı ile satıcı arasındaki köle gibi durmayan kimse babasının hakkını ödeyemez.) [İ.Gazali]</div><div><br /></div><div>Evladın, ana-babasına, sevgi ile bakışı için, kabul edilmiş bir hac sevabı verileceği bildirilince, oradakiler, (Günde bin defa bakarsa da böyle sevaba kavuşur mu?) dediklerinde, Peygamber efendimiz,(Günde yüzbin defa baksa da) buyurdu. (Şir'a)</div><div><br /></div><div>Evliyanın büyüklerinden birisi, nafile hacca gitmek üzere yola çıktı. Bir ara Bağdat'a uğradı. Orada Ebu Hâzım-ı Mekki hazretlerini ziyarete gitti. O anda uyuyordu. Biraz bekledi. Uyandı ve o zata dedi ki:</div><div>- Şimdi Resulullah efendimizi rüyada gördüm. Bana, senin hakkında,(Annesinin hakkını gözetsin, bu, hac etmekten daha iyidir)haberini ulaştırmamı emretti. Bunun üzerine o zat geri döndü ve bütün hayatı boyunca annesine hizmet edip duasına kavuştu.</div><div><br /></div><div>Buhari'deki hadis-i şerifte özetle deniyor ki:</div><div><br /></div><div>Eski ümmetlerden üç kişi yolculuğa çıkarlar. Geceyi geçirmek üzere bir mağaraya girince dağdan bir kaya parçası yuvarlanarak mağaranın ağzını kapatır. "Bizi bu kayadan ancak iyi amellerimizi dile getirerek Allahü teâlâya yapacağımız dua kurtarabilir" derler.</div><div><br /></div><div>İçlerinden biri şöyle dedi:</div><div><br /></div><div>Anam-babam çok yaşlı idi. Onları doyurmadan çoluk çocuğumu ve hayvanlarımı doyurmazdım. Bir gün, odun toplamak için uzaklara gitmiştim. Geç vakte kadar da dönemedim. Akşam içecekleri sütü, getirdiğimde anamla babam uyumuşlar. Onlara sütlerini içirmeden önce çoluk çocuğumun ve hayvanlarımın karınlarını doyurmazdım. Çocuklar da, yanımda ağlıyorlardı. Çanak elimde tanyeri ağarıncaya kadar onların uyanmalarını bekledim. Anamla babam uyanıp sütlerini içtiler. (Ya Rabbi bunu senin rızan için yapmışsam buradan bizi kurtar)</div><div>Kaya biraz açıldı. Fakat çıkmak mümkün değildi.</div><div><br /></div><div>İkincisi, her türlü imkan varken çok sevdiği amcasının kızı ile zina etmediği ve kıza verdiği 120 dinar altını almadığı olayı hatırlayıp, (Ya Rabbi, bunları senin rızan için yapmışsam bizi buradan kurtar) dedi. Kaya biraz daha açıldı. Ancak yer çıkabilecekleri kadar değildi.</div><div><br /></div><div>Üçüncüsü şöyle dedi:</div><div>Çalıştırdığım işçilerden biri ücretini almadan gitmişti. Ben de onun ücretini ürettim. Bundan birçok mal meydana geldi. Bir müddet sonra bana gelip ücretini istedi. (Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunların hepsi senin ücretinden üremiştir, al götür) dedim. O da (benimle alay etmiyorsun ya) dedi. Ben de (hayır, alay etmiyorum, doğrusu bu) deyince, malların hepsini alarak götürdü. Bana hiçbir şey bırakmadı. (Ya Rabbi bunu senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz şu beladan bizi kurtar.)</div><div><br /></div><div>Bunun üzerine kaya tamamen açıldı. Onlar da mağaradan çıktı.(Buhari)</div><div><br /></div><h2 style="text-align: left;">Ana baba çağırınca</h2><div><b>Sual: Ana baba çağırınca, namazda isek veya başka önemli bir iş yapıyorsak, hemen gitmek gerekir mi? İkisi aynı anda çağırırsa hangisini tercih etmelidir?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Ana babanın salih veya fâsık olmasının da, önemi vardır. Evladını İslam terbiyesi üzerine yetiştirmeyen ana babanın, evladı üzerinde ana babalık hakkı yoktur. Bakıp büyüttükleri için, başka hakları vardır. Ana babanın veya başkalarının dine aykırı emirlerine itaat edilmez.</div><div><br /></div><div>Ana baba çağırdığı zaman, önemli bir işle uğraşılsa da, hemen onu terk edip, derhal ana babanın emrine koşmak gerekir. Allahü teala buyuruyor ki:</div><div>(Ya Musa, benim indimde çok ağır ve büyük bir günah vardır ki, o da, ana baba evladını çağırınca, emrine uymamasıdır.) [İslam Ahlakı]</div><div><br /></div><div>Ana baba, çağırınca, farz namazı bozmak caiz olur ise de, ihtiyaç yoksa bozmamalıdır. Nafile ve sünnet namazlar, bozulur. Bunlar, imdat isterse, farzları da bozmak gerekir. Namaz kıldığını bilerek çağırıyorlarsa, nafileyi de bozmayabilir, bilmeyerek çağırdılarsa bozmak gerekir.</div><div><br /></div><div>İkisi aynı anda çağırırsa, anneyi tercih etmek gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:</div><div>(Anne ve baba aynı anda çağırınca, önce annenin çağrısına uy!)[Deylemi]</div><div><br /></div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-56471267462870904872021-06-08T23:40:00.003+03:002021-06-08T23:40:10.627+03:00Uykudaki sevab ve günah<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyE88ej2aFc3lekbGKQxx6-Cw37aS_49P8XGvipqRS2CL5CN9TAoc1SjFuIQ0YVt2UQ_eAxqCGqS9bYyabL63onOyBOnrBSQA2PnXvMgUG4XLSLJWhsGUzUOlwie6BVJHM5bzNLJxQSin2/s800/Uykudaki+sevab+ve+g%25C3%25BCnah.jpg" style="clear: left; display: inline !important; font-family: inherit; font-weight: bold; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;" target="_blank"><img alt="Uykudaki sevab ve günah" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyE88ej2aFc3lekbGKQxx6-Cw37aS_49P8XGvipqRS2CL5CN9TAoc1SjFuIQ0YVt2UQ_eAxqCGqS9bYyabL63onOyBOnrBSQA2PnXvMgUG4XLSLJWhsGUzUOlwie6BVJHM5bzNLJxQSin2/s16000/Uykudaki+sevab+ve+g%25C3%25BCnah.jpg" title="Uykudaki sevab ve günah" /></a></div><div class="gmail_quote"><span style="font-family: inherit;"><b><span><br />Sual: Uykudayken de yazılan sevab ve günahlar var mıdır?</span></b><br /> <b>CEVAP</b><br /> Evet, vardır. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:<br /> <br /> (Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadettir.) [Deylemi]<br /> <br /> (Abdestli olarak yatan, uykudayken, gündüz saim [oruçlu], gece kaim [gece uyanıp ibadet eden] gibi sevaba kavuşur.) [Deylemi]<br /> <br /> (Âlimlerin uykusu ibadettir.) [İ. Gazali]<br /> <br /> Ölü gibi yatan, Allahü teâlânın lutfüyle, uyurken de sevab kazanıyor. Uykuda insana günah yazılmaz; çünkü şuurlu olarak bir günah işlemiyor. Bir hadis-i şerif meali: (Şu üç kişiden kalem kaldırıldı: Uyuyan uyanana, çocuk büluğa erene ve deli olan iyileşinceye kadar.) [Ebu Davud]<br /> <br /> Şartsız bildirilen bu hadis-i şerife bakınca, uyurken sevab da yazılmadığı anlaşılır; çünkü kalem kalktı deniyor. Ölenin defteri de kapanır, artık sevab günah yazılmaz; ama bunun da uyku gibi istisnaları vardır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:<br /> <br /> (Bir mümin ölünce amel defteri kapanır. Ancak şu üçü bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendisine dua eden salih evlat bırakan.) [Buhari]<br /> <br /> (Bir sünnet-i hasene çıkarana [iyi bir çığır açana], onun sevabı ve kıyamete kadar onunla amel edenlerin sevabı kadar sevab yazılır. Sünnet-i seyyie çıkarana [kötü bir çığır açana] da, onun günahı ve kıyamete kadar onu işleyenlerin günahı kadar günah yazılır.) [Müslim]<br /> <br /> Uykuda sevab ve günah yazılanlar olduğu gibi, ölünce de sevab ve günahı devam edenler oluyor. Uyuyan da, çocuk, deli ve ölü gibi günah işlemiş olmaz; ancak gücü yeterken borcunu ödememişse, işlediği zulmün günahı uykudayken de yazılır; çünkü gücü yeterken borcunu ödememek zulümdür. Bir hadis-i şerifte, (Zenginin [ödeme imkânı olanın] borcunu ödemeyip, oyalaması zulümdür) buyuruldu. (Buhari)<br /> <br /> Uyurken zulüm kalkmadığı gibi, eskiden işlediğimiz günahlar da silinmez. Günahlarımız, uyurken de, uyanıkken de devam eder. Malı olduğu halde, borcunu ödemeyi bir saat geciktiren, zalim ve asi olur. Namaz kılarken de, oruç tutarken de, uykuda da, yani her an lanet altında bulunur. Borç ödememek öyle bir günahtır ki, uykuda bile durmadan yazılır. (Bey' ve şira risalesi şerhi)<br /> <br /> Buradaki incelik: Uyuyan, uyurken günah işlediği için değil, daha önce borcunu, imkânı varken ödemediği için günah yazılıyor. Uykudayken yaptığı bir şey yazılmıyor, eski günahı devam ediyor.<br /> </span><div><br /></div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-79957675014595964892021-06-08T23:39:00.006+03:002021-06-08T23:39:26.201+03:00İnsanların bütün işlerini yaratan<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9Yqi__v2nHu3_lsgR0tWoZyNULZEhJjCgjC-tFpwyAm_gkNs0b-oImDWtrPY22rtxZ2j6oYyIl_TJBc23P5RQInQBBn48MnKrICfab1Xkm87QmyX8rGsjAQJC1i693TL983Rl807w5QSm/s1600/%25C4%25B0nsanlar%25C4%25B1n+b%25C3%25BCt%25C3%25BCn+i%25C5%259Flerini+yaratan.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9Yqi__v2nHu3_lsgR0tWoZyNULZEhJjCgjC-tFpwyAm_gkNs0b-oImDWtrPY22rtxZ2j6oYyIl_TJBc23P5RQInQBBn48MnKrICfab1Xkm87QmyX8rGsjAQJC1i693TL983Rl807w5QSm/s1600/%25C4%25B0nsanlar%25C4%25B1n+b%25C3%25BCt%25C3%25BCn+i%25C5%259Flerini+yaratan.jpg" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: Kainatta yaratılmış olan her şey, belli bir sebeple yaratılmaktadır deniyor. İnsanların yakmak için kullandıkları ateş de bu sebepler zincirinden birisi midir?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap:</b> İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü teâlâ yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Allahü teâlâdır. Sebeplerin meydana getirdiği her şeyi yaratan da Odur. Her şeyi belli bir sebep ile yaratmaktadır.<br /> <br /> Mesela, ateş yakıcıdır. Halbuki, yakan Allahü teâlâdır. Ateşin, yakmakta hiçbir ilgisi yoktur. Fakat, adeti şöyledir ki, bir şeye ateş dokunmadıkça, yakmayı yaratmaz. Ateş, tutuşma sıcaklığına kadar ısıtmaktan başka bir şey yapmaz. Organik cisimlerin yapısında bulunan karbona, hidrojene, oksijenle birleşmek ilgisi veren, elektron alış-verişlerini sağlayan, ateş değildir. Doğruyu göremeyenler, bunları ateş yapıyor sanır. Yakan, yanma tepkisini yapan, ateş değildir. Oksijen de değildir. Isı da değildir. Elektron alış-verişi de değildir. Yakan, yalnız Allahü teâlâdır. Bunların hepsini, yanmak için sebep olarak yaratmıştır. Bilgisi olmayan kimse, ateş yakıyor sanır.<br /> <br /> İlk okulu bitiren bir kimse, ateş yakıyor sözünü beğenmez. Hava yakıyor der. Orta okulu bitiren de, bunu kabul etmez. Havadaki oksijen yakıyor der. Liseyi bitiren, yakıcılık oksijene mahsus değildir. Her elektron çeken element yakıcıdır der. Üniversiteli ise, madde ile birlikte enerjiyi de hesaba katar.<br /> <br /> Görülüyor ki, ilim ilerledikçe, işin içyüzüne yaklaşılmakta, sebep sanılan şeylerin arkasında, daha nice sebeplerin bulunduğu anlaşılmaktadır. İlmin, fennin en yüksek derecesinde bulunan, hakikatleri tam gören Peygamberler ve O büyüklerin izinde giderek, ilim deryalarından damlalara kavuşan İslâm âlimleri, bugün yakıcı, yapıcı sanılan şeylerin, aciz, zavallı birer vasıta, birer sebep ve mahluk olduklarını, hakiki yapıcının, yaratıcının sebepler değil, Allahü teâlâ olduğunu bildiriyor. Yakıcı, Allahü teâlâdır. Ateşsiz de yakar. Fakat, ateş ile yakmak adetidir. Yakmak istemezse, ateş içinde de yakmaz. İbrahim aleyhisselamı ateşte yakmadı. Onu çok sevdiği için, adetini bozdu. Nitekim ateşin yakmasını önleyen maddeler de yaratmıştır. Bu maddeleri, kimyagerler bulmaktadır.<br /> <br /> ***<br /> <br /> <b>Sual: Zamanımızda, kendimizin ve çocuklarımızın Müslüman olmaları ve Müslüman olarak kalabilmeleri için ne yapmak lazımdır?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap: </b>Ehl-i sünnet itikadını ve ilm-i hâlini öğrenmeyen ve çocuklarına öğretmeyenler, Müslümanlıktan ayrılmak, küfür felaketine düşmek tehlikesindedir. Böyle kimselerin duaları zaten kabul olmaz ki, küfürden korunabilsinler. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:<br /> <br /> (İlim bulunan yerde Müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde Müslümanlık kalmaz.)<br /> <br /> Ölmemek için, yemek, içmek lazım olduğu gibi, kafirlere aldanmamak, dinden çıkmamak için de, dinini, imanını öğrenmek lazımdır. Ecdadımız, her zaman toplanırlar, ilmihâl kitaplarını okurlar, dinlerini öğrenirlerdi. Ancak, böyle Müslüman kaldılar. İslâmiyetin zevkini aldılar. Bu saadet ışığını bizlere, doğru olarak ulaştırabildiler. Bizim de Müslüman kalmamız, yavrularımızı içimizdeki ve dışımızdaki din düşmanlarına kaptırmamamız için, birinci ve en lüzumlu çare, her şeyden önce Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihâl kitaplarını okumak ve öğrenmektir. Çocuğunun Müslüman olmasını isteyen ana-baba, çocuğuna Kur'ân öğretmelidir. Fırsat elde iken okuyalım, öğrenelim ve çocuklarımıza, sözümüzü dinleyenlere öğretelim! Mektebe gittikten sonra öğrenmeleri güç olur. Hatta imkansız olur. Felaket gelince, ah etmek fayda vermez. İslâm düşmanlarının, zındıkların, tatlı, yaldızlı kitaplarına, gazetelerine, dergi, televizyon ve radyolarına, filmlerine aldanmamalıdır.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: Zındık kelimesinin anlamı nedir ve kimler için kullanılır ve kimlere zındık denir?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap: </b>Hiçbir dine inanmayan fakat Müslüman görünüp İslâm düşmanı olanlara zındık denir. Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:<br /> <br /> "Hiçbir dine inanmadığı halde, Müslüman görünüp, küfre sebep olan şeyleri Müslümanlıkmış gibi anlatarak, Müslümanları dinden çıkarmaya çalışan sinsi kafirlere Zındık denir.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: İmanının gittiği kesin olarak bilinmeyen bir kimseye kafir denebilir mi ve lanet edilebilir mi?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap: </b>Namaz kılan bir kimsenin, küfür olan bir şeyi, açık olarak ve zaruretsiz söyleyerek veya kullanarak, kafir olduğu anlaşılmadıkça, başkalarına uyarak, buna kafir demek caiz olmaz. Kafir olarak öldüğü bilinmedikçe lanet edilmez. Zaten kafire dahi lanet etmek caiz değildir.<br /> <br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-58463588817764336152021-06-08T23:38:00.005+03:002021-06-08T23:38:52.467+03:00Dünya mücadele yeridir<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtoqtxvftZdWysv_XFrZ7NBtnemvTJGQUkRcrgu6fY64t9GkQ_qviQxB_B9Zv_oXVGWmKeT0_H7kVXz63gp-JSmXE9GaxookME0JMY_O8g2ZtdUHtqcWZZ0nTAglPaOKgjRDBN1VJ0ztWf/s864/D%25C3%25BCnya+m%25C3%25BCcadele+yeridir.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;" target="_blank"><img alt="Dünya mücadele yeridir" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtoqtxvftZdWysv_XFrZ7NBtnemvTJGQUkRcrgu6fY64t9GkQ_qviQxB_B9Zv_oXVGWmKeT0_H7kVXz63gp-JSmXE9GaxookME0JMY_O8g2ZtdUHtqcWZZ0nTAglPaOKgjRDBN1VJ0ztWf/s16000/D%25C3%25BCnya+m%25C3%25BCcadele+yeridir.jpg" title="Dünya mücadele yeridir" /></a></div><div class="gmail_quote"><div><b><br /></b></div><div><b>Sual: Dünya mücadele yeridir, her şeyle mücadele şarttır denilmektedir. Gerçekten böyle midir?</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Cevap</b>: Dünya mücadele yeridir sözü doğru bir sözdür. İnsan, yazın şiddetli sıcak ile, kışın karlı havada dondurucu soğuklar gibi, tabiat kuvvetlerine ve kötü kimselerin hile ve iftiralarına karşı manevi silahlarla ve maddi saldırılarına karşı mücadele hâlindedir. Düşmanla mücadele için, önce düşmanı iyi tanımak lazımdır. Yoksa, kendimizi koruyacağız derken, dostumuza zarar verebiliriz. İnsanın rahat yaşaması için, lazım olan şeylere mal ve mülk denir. İğneden, iplikten, eve, apartmana kadar, her şey maldır. </div><div><br /></div><div>Allahü teâlâ, bazı kimselere ve topluluklara, bazı malları kullanmak için, izin vermiştir. Bu mallar ve çocukları, komşuları, akrabaları, o kimsenin faydalandığı şeyler olur. Herkes malını, Allahü teâlânın izin verdiği kadar kullanır. Fazlasını kullanmak ve başkasının mülkünü kullanmak caiz değildir. Zira; "Mala, mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi?/Bir muhalif yel eser, savurur harman gibi!" sözü meşhurdur. Haram yoldan gelen mala, mülke dünya denilmektedir. Dünya yani haram ve mekruhlar zararlıdır. Bir şeyin faydalı, zararlı olduğu, kitaplarda başka türlü bildirilmektedir. Bunların doğrusu, Allahü teâlânın bildirdiğidir.</div><div><br /></div><div>*<b>**</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Sual: Evlenirken, hem kanuni işlemleri, hem de dinin emrettiklerini yerine getirmek şart mıdır?</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Cevap: </b>Evlenirken dinin emrettiği nikâh akdini yapmakla, Allahü teâlânın emri yerine getirilmiş olur. Kanuna uygun evlenmeyen, suç işlemiş olur. Dinî nikâh akdi yapmayan, günah işlemiş olur. Bunlara aldırış etmeyenin cezası, kat kat çok olur. Müslüman, suç ve günah işlememelidir. Suç işleyerek cezaya çarpılmak da günahtır.</div><div><br /></div><div><b>***</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Sual: Kalbini, inkâr ve günah kirlerinden temizlemeyen, Cehenneme mi gider?</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Cevap</b>: Kim olursa olsun, nefsine uyan, kalbi bozuk olan Cehenneme gidecektir. Her mümin, nefsin yaratılışındaki küfrü ve günahları temizlemek için, çokça 'Lâ ilâhe illallah' ve kalbini nefisten, şeytandan, kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitaplardan gelmiş olan küfürden, günahlardan kurtulmak için 'Estağfirullah' okumalıdır. İslamiyete uyanın duaları muhakkak kabul olur. Namaz kılmayanın, haram yiyip içenin İslamiyete uymadığı anlaşılır. Bunların duası kabul olmaz.</div><div><br /></div><div><b>***</b></div><div><b><br /></b></div><div><div><b>Sual: Bir kalpte iman bulunduğuna alâmet nedir, Peygamber efendimizin anne ve babasının kâfir olduğunu söyleyenler hakkında ne söylenebilir?</b></div><div><b><br /></b></div><div><b>Cevap:</b> Çok şaşılır ki, zamanımızda da İslâm âlimi olarak tanınan, fakat yetmişiki fırkanın en zararlısı (İsmailiyye) ağzı ile konuşan zavallılar görülmektedir. Peygamber efendimizin "aleyhisselâm" annelerinin ve babalarının kâfir olduğunu ve Peygamber efendimizin "aleyhisselâm" nübüvveti tebliğden önce putlara kurban kestiğini söyleyerek, vesika olarak da bazı Şii kitaplarını göstererek ve bunlar gibi nice yıkıcı yazılarla temiz gençleri aldatmağa, zehirlemeğe çalışmaktadırlar. Böylece bozguncuların maksadı; İslâm dinini baltalamak, gençlerin imanını çalmak, onlara küfrü bulaştırmak olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Hadîs-i şerifte: (Kur'ân-ı kerime kendi aklı ile mana veren kâfir olur), buyuruldu. Din âlimleri edepli idi. Dikkatli konuşurlardı ve yazarlardı. Yanlış bir şey söylemeyeyim diye, çok düşünürlerdi. Ulu orta konuşmak, İslâmiyeti (Edille-i şer'ıyye)den, yani dört ana kaynaktan alarak değil de, kendi yanlış görüşleri ile ve bozuk düşünceleri ile anlatmağa kalkışmak, değil bir İslâm âliminin, herhangi bir Müslümanın bile yapacağı şey değildir. Peygamberimizin "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" ve Eshâb-ı kiramın "rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în" büyüklüğünü anlamayan cahillerin, itikadı zedeleyen yıkıcı sözlerini ve yazılarını öldürücü zehir bilmeliyiz.</div><div><br /></div><div>Allahü teâlâ, kalplerimizde, sevdiklerinin sevgisini arttırsın. Düşmanlarını sevmek felâketine düşürmesin! Bir kalpte iman bulunduğuna alâmet, Allahü teâlânın sevdiklerini sevmek, sevmediklerini sevmemektir.] <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=183" target="_blank">(İslâm Ahlâkı s. 183)</a></b></div></div><div><br /></div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-64652536054984826322021-06-05T22:04:00.007+03:002021-06-05T22:04:55.002+03:00Baba evladının iyiliğini ister<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhFpFFzx4cJtiYOCfkBfye-DmA65jOnbH74K8oHaOtCbo8ViWnWlGuPuQbOhyRtU2BpL99encbzfOujbeoAZUPzRgJkqaE6fep6Zh4wF3eaTHM1XIP94RVAynmbXdXczwzBaJxi3MuWpDXV/s800/Baba+evlad%25C4%25B1n%25C4%25B1n+iyili%25C4%259Fini+ister.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;" target="_blank"><img alt="Baba evladının iyiliğini ister" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhFpFFzx4cJtiYOCfkBfye-DmA65jOnbH74K8oHaOtCbo8ViWnWlGuPuQbOhyRtU2BpL99encbzfOujbeoAZUPzRgJkqaE6fep6Zh4wF3eaTHM1XIP94RVAynmbXdXczwzBaJxi3MuWpDXV/s16000/Baba+evlad%25C4%25B1n%25C4%25B1n+iyili%25C4%259Fini+ister.jpg" title="Baba evladının iyiliğini ister" /></a></div><div class="gmail_quote"><div><br /></div><div><b>Sual: Babam namaz kılmam hususunda aşırı nasihat ediyor. Kendisi ise her şeyi tam yapmıyor. Ne yapmalıyım?</b></div><div><b>CEVAP</b></div><div>Babanızı şikayet ediyorsunuz. Bizim yazmamızla babanız hemen düzelmez. Şikayetlerde her iki tarafı da dinlemek gerekir. Sizin anlattığınıza göre, babanızın yaptıklarının bir kısmı normal değildir. Fakat namaz kılmanız için gösterdiği gayreti ayıplamamak gerekir. Her müslüman babanın yapması gerekeni yapıyor. Allahü teâlânın emrini hatırlatana kızılır mı? Kendisi yapamasa bile, hakkı tavsiye eden bir müslümanı ayıplamak doğru değildir.</div><div><br /></div><div>O sizin iyiliğiniz için çalışmakta, sizi namaza ısındırmaya uğraşmaktadır. Böyle babanın eli öpülür.</div><div><br /></div><div>Baba zalim de olsa, ona karşı gelmek, onunla sert konuşmak, onu üzmek caiz değildir. Ana-babası günah işleyen çocuk, bunlara bir defa nasihat eder. Kabul etmezlerse, susar. Onlara dua eder.</div><div><br /></div><div>Namazın önemi çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:</div><div>(Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.) [Taberani]</div><div><br /></div><div>(Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet, namazdır. Namazı düzgün ise, diğer amelleri kabul edilir. Namazı düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez.) [Taberani]</div><div><br /></div><div>(Namazı doğru kılanın, ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi günahları dökülür.) [İ.Ahmed]</div><div><br /></div><div>(Allahü teâlâ buyuruyor ki, "Söz veriyorum ki, namazlarını vaktinde, doğru olarak kılana azap etmem, onu sorgu-suale çekmeden Cennete koyarım") [Hakim]</div><div><br /></div><div>(Her Peygamberin ümmetine son nefeste vasiyeti namazdır.)[Gunye]</div><div><br /></div><div>Namaz kılmak böyle büyük bir ibadet olduğu için terk edilmesi de çok büyük günahtır. Hanbeli'de namazı terk eden küfre düştüğü için, Şafii ve Maliki'de büyük günah işlediği için ceza olarak katli gerektiği fıkıh kitaplarında yazılıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:</div><div>(Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.) [Beyheki]</div><div><br /></div><div>(Namaz kılmayanın dini yoktur.) [İbni Nasr]</div><div><br /></div><div>(Namaz kılan, kıyamette kurtulacak, kılmayan perişan olur.)[Taberani]</div><div><br /></div><div>(Namaz kılmayan, kıyamette, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulur.)[Bezzar]</div><div><br /></div><div>(Namazı kasten bırakanın ibadetleri kabul olmaz ve namaza başlayana kadar Allahü teâlânın himayesinden uzak kalır.) [Ebu Nuaym]</div><div><br /></div><div>(Beş vakit namazı kasten, mazeretsiz terk eden, Allah'ın hıfz ve emanından mahrum olur.) [İbni Mace]</div><div><br /></div><div>(Bizimle kâfir arasındaki fark namazdır. Namazı terk eden kâfir olur.) [Nesai]</div><div><br /></div><div>Yukarıdaki hadis-i şerifleri, Ehl-i sünnet âlimleri şöyle açıklamışlardır:</div><div>Dinimizde en büyük günahı işleyen kâfir olmaz. Bunun için namaz kılmayana kâfir denmez. Fakat namaz, çok önemli bir ibadet olduğu için, namaz kılmayanın imanla ölmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Namaz kılmayanın kalbi kararır, diğer günahları işlemekten çekinmez. Bazı âlimler, namaz kılmayanın kâfir olacağını bildirmişlerdir. Bu bakımdan her ne şart altında olursa olsun muhakkak namazı kılmalı!</div><div><br /></div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-26048328341133203142021-06-05T22:04:00.002+03:002021-06-05T22:04:07.145+03:00(Sor kurtul!) deniyor. Her şeyi mi sormak gerekiyor?<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjjw7CI6ASP9TAniP6ylWt3t3_1cUijbvxxP-cUhiG4O9OalXFITkPsNaV_OeLBLTNei2oDB8AVTvdlb2wcXqh0lBwMHXIr7fSps7ZorRn63C2QEuiGdiFY_KurR28sGEmZiPy_ACCaSkmJ/s800/%2528Sor+kurtul%2521%2529+deniyor.+Her+%25C5%259Feyi+mi+sormak+gerekiyor.jpg" style="clear: left; display: inline !important; font-family: inherit; font-weight: bold; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;" target="_blank"><img alt="(Sor kurtul!) deniyor. Her şeyi mi sormak gerekiyor?" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjjw7CI6ASP9TAniP6ylWt3t3_1cUijbvxxP-cUhiG4O9OalXFITkPsNaV_OeLBLTNei2oDB8AVTvdlb2wcXqh0lBwMHXIr7fSps7ZorRn63C2QEuiGdiFY_KurR28sGEmZiPy_ACCaSkmJ/s16000/%2528Sor+kurtul%2521%2529+deniyor.+Her+%25C5%259Feyi+mi+sormak+gerekiyor.jpg" title="(Sor kurtul!) deniyor. Her şeyi mi sormak gerekiyor?" /></a></div><div class="gmail_quote"><span style="font-family: inherit;"><b><span><br />Sual: (Sor kurtul!) deniyor. Bilinen, faydalı ve iyi şeyleri de mi sormak gerekiyor?</span></b><br /> <b>CEVAP</b><br /> Evet bilinen, faydalı ve iyi şeyleri de sormak gerekir. İstişare demek, mubah şeyleri yapayım mı, yapmayayım mı diye sormaktır. İstişare çok önemlidir. Kur'an-ı kerimde iyiler övülürken, (İstişare ederek iş yaparlar) buyuruluyor. (Şura 38)<br /> <br /> Dinimizde üç beş kişi bir araya gelince, birini emîr yani başkan seçmek sünnettir. Emire tâbi olmak ise vacib yani farzdır. Emir seçilen kimse diğerlerinden üstün olmayabilir. Üstün olması şart değildir, çünkü Peygamber efendimizden üstün hiç kimse yoktu. Ama Allahü teâlâ ona, (Yapacağın işi önce meşveret et!) buyuruyor. (Al-i İmran 159)<br /> <br /> Danışılacak kimsenin, insanların hâlini, zamanın ve ülkenin şartlarını bilmesi gerekir. Bundan başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören ve hatta sıhhati yerinde olan kimselerle istişare edilir. Böyle vasıflara haiz olmayan kimselerle istişare etmek günah olur. Peygamber efendimiz, Eshabı ile istişare eder, bazen bir iş için, akıl, takva, hikmet ve tecrübe sahibi on kişiye danışırdı<br /> <br /> Mubah olan her işimizi emîre danışmalıyız. Özellikle evlilik, eğitim, ev ve araba almak gibi işlerimizi mutlaka danışmalı, verilen cevaba göre hareket etmeli. En basiti, bir ayakkabı alırken bile, hangi mağazadan almalıyım, rengi, biçimi ne olmalı diye sormanın bile mahzuru olmaz. Sormakla onu rahatsız etmiş olmayız. Kendimizi soru sormaya alıştırmalıyız. Ev alacaksak ev almanın uygun olup olmayacağını, uygunsa hangi şehirden, hangi mahalleden almak gerektiğini sormalı. Evlenirken hiçbir şart ileri sürmeden kimi uygun görürse onunla evlenmeli. Eğer sorup da cevaba uygun hareket edilmeyecekse hiç sormamak, daha az hatalı olur.<br /> <br /> Emîr olan, sorulan sorulara, soranın âhiretini düşünerek cevap verir. (Soran Allah rızası için sorar, cevap veren de Allah rızası için cevap verirse, cevap yanlış görünse de, Allahü teâlâ onu hayra çevirir) buyuruluyor. Onun için istişaresiz iş yapmamalıdır.<br /> <br /> </span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span>Kıraat unutulsa</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;"> <b><span>Sual: Bir kimse, kıraati yani Fâtiha ile zamm-ı sûreyi unutup rükûa gitse, secdeye giderken hatırlasa secde-i sehv ile kurtulur mu?</span></b><br /> <b>CEVAP</b><br /> Kıraat farzdır. Secde-i sehv ile tamamlanmaz. Fâtiha veya zammı sûreden biri unutulsa idi, secde-i sehv ile namaz tamamlanırdı. İkisi de okunmayınca farz terk edilmiş olur. Secdeye giderken doğrulup Fâtiha ve zammı sûreyi okur, rükûu tekrar yapar, namazda tertip, yani sıraya riayet etmek farz olduğu için, önce yaptığı rükû geçersiz olur. Namaz sonunda da secde-i sehv yapar. (Hindiyye)<br /> <br /> </span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span>Fâtiha'dan bir âyet unutmak</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;"> <b><span>Sual: Fatiha'nın son âyetini okumayı unutan kimsenin secde-i sehv yapması gerekir mi?</span></b><br /> <b>CEVAP</b><br /> Fâtiha'nın çoğunu okur da, azını unutursa, secde-i sehv yapması gerekmez, fakat yarıdan fazlasını okumayı unutsa secde-i sehv gerekir. (Hindiyye)<br /> </span><div><br /></div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-70406932654595946852021-06-05T22:03:00.004+03:002021-06-05T22:03:30.812+03:00Bendeki haklarını affet demek<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEinHJG84oNY9GWAOdB54uNnRVnRkq2clOLjgFxyrU7xIA3MBB7ArvkjxfdG8LIP6N7P4teKVoKQSLRSYGjSuvPMichRmiDBZ446XqKnkTHJCGItiwEsieP8allOawVKy__bDzeYqhTlHko3/s1600/Bendeki+haklar%25C4%25B1n%25C4%25B1+affet+demek.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img alt="Bendeki haklarını affet demek" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEinHJG84oNY9GWAOdB54uNnRVnRkq2clOLjgFxyrU7xIA3MBB7ArvkjxfdG8LIP6N7P4teKVoKQSLRSYGjSuvPMichRmiDBZ446XqKnkTHJCGItiwEsieP8allOawVKy__bDzeYqhTlHko3/s16000/Bendeki+haklar%25C4%25B1n%25C4%25B1+affet+demek.jpg" title="Bendeki haklarını affet demek" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: Bende, mali, nefsi, ırzi ve mahremî gibi çeşitli hakları olan bir kişiye, bu hakları teker teker saymadan, (Bana bütün haklarını helal ettin mi) desem, o da, (Evet hepsini helal ettim) dese, haktan kurtulur muyum?</b><br /> <b>CEVAP</b><br /> Evet, kurtulursunuz. Muteber kitaplarda bildiriliyor ki: <br /> <br /> Helalleşirken günahı bildirmeyip, bendeki haklarını affet demek, caizdir. (İslam Ahlakı)<br /> <br /> Bir kimse, diğerine, (Benim üzerimdeki bütün haklarını bana helal et) dese, o da (helal ettim) derse, bütün haklarını helal etmiş olur. Şayet hak sahibi, o şahsın üzerinde bulunan haklarını biliyorsa, hem hükmen, hem de diyaneten, teklif sahibi olan şahıs, bunlardan kurtulur. Şayet bilmiyorsa, bütün âlimlere göre, hükmen kurtulur; fakat diyanet yönüne gelince, İmam-ı Ebu Yusuf'a göre, bundan da kurtulur. Fetva da böyledir. Hulâsa'da da böyle bildiriliyor. (Fetava-i Hindiyye -helâlleşmekle ilgili meseleler)<br /> <br /> Bir kimseye, (Bütün haklarını helal et) dense, o da (Helal ettim) dese, bu hakların ne olduğunu bilmese de, İmam-ı Ebu Yusuf'a göre helal etmiş olur. Fetva da böyledir. Çünkü, müphem, yani bilinmeyen haklar için, helalleşme bu ümmete mahsustur. (Berika)<br /> <br /> Kişinin gizlemeye çalıştığı bir ayıbını söylemek uygun olmaz. Ancak üstü kapalı olarak, bu konularda ondan helallik talebinde bulunur. Eğer gıybeti ona bildirmek fitneye sebep olacaksa, o zaman onun için Allahü teâlâdan af talebinde bulunur. Meçhul hakları ibra etmenin, biz Hanefilere göre caiz olması, buna delildir.(Redd-ül muhtar)<br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-30691113095550621812021-06-01T22:35:00.004+03:002021-06-01T22:35:33.265+03:00Ticarette ırk, din farkı olmaz<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiABlAy0-5qYMm1Hgp9Y3jUml_Ylf3U5YiLcZ6xDzcWyO9SsSyczUjcc2af4_gB0PTcVMp0xKdupLSE6P-31fdi3YFmmwJm9SnZOPVvxeo3oy6SuwVX3mC2o1J0xEyGH6l94MFrqaFf6ZS7/s800/Ticarette+%25C4%25B1rk%252C+din+fark%25C4%25B1+olmaz.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;" target="_blank"><img alt="Ticarette ırk, din farkı olmaz" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiABlAy0-5qYMm1Hgp9Y3jUml_Ylf3U5YiLcZ6xDzcWyO9SsSyczUjcc2af4_gB0PTcVMp0xKdupLSE6P-31fdi3YFmmwJm9SnZOPVvxeo3oy6SuwVX3mC2o1J0xEyGH6l94MFrqaFf6ZS7/s16000/Ticarette+%25C4%25B1rk%252C+din+fark%25C4%25B1+olmaz.jpg" title="Ticarette ırk, din farkı olmaz" /></a></div><div class="gmail_quote"><div style="clear: both; text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><span style="font-family: inherit;"><b><span>Sual: Ticaretle uğraşıyor, ithalat ve ihracat yapıyorum. Müşteriler içerisinde her milletten insan var. İngilizlerle Yahudilerle ticaret yapılması uygun değil deniyor. Böyle bir şey var mı?</span></b><br /> <b>CEVAP</b><br /> Öyle bir şey yok. Dinimizde, ticarette ırk ve din ayrımı yoktur. Her milletten, her dinden insanlarla alış veriş yapmakta, hatta onların işinde çalışmakta mahzur yoktur.<br /> <br /> Tarih boyunca Müslüman ülkelerdeki gayri müslimler, İslam devletinin himayesinde gayet rahat idiler. Onların ne dinine karışılıyor, ne de ibadet etmelerine mani olunuyordu. İstedikleri sanat ve ticaret ile serbestçe uğraşıyorlardı.<br /> <br /> Dinimiz, ilmi, sanatı, ticareti, ziraatı emretmiştir. Bir âyet-i kerime meali:</span><div><span style="font-family: inherit;"><br /> (Allah, alış verişi helal, faizi haram kıldı.) [Bekara 275]<br /> <br /> Dâr-ül-harbde, bir müslümanın, kazanmak şartı ile, kumar, faiz ve sigorta yolu ile, para kazanmasının caiz olduğu, (Kuduri, Cevhere, Vikâye, Hindiyye, Mebsut, Dürr-ül-muhtâr, Redd-ül-muhtâr) gibi muteber eserlerde yazılıdır. Aynı husus Mecma'ul-enhür ve Dürer'de de, (Lâ ribâ beynel müslimi vel harbiyyi fi daril harbi = Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz yoktur) hadis-i şerifi ile bildirilmektedir. Çünkü, onların malını rızaları ile almak mubahtır. Ama mallarına saldırmak, zorla almak caiz değildir.<br /> <br /> Kilise tamirinde çalışmak da mekruh değildir. Zira, bu işin kendisi günah değildir. (Bezzaziyye)<br /> <br /> İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:</span><div><span style="font-family: inherit;"><br /> Ücretle kâfirin şarabını taşımak, domuz çobanlığı yapmak, kilise tamir etmek ve Hıristiyan'a zünnar [papaz kuşağı] gibi küfür alametlerini satmak imam-ı a'zama göre caizdir. (Redd-ül muhtar)<br /> <br /> Eski hak dinlerde de kâfir ülkesinde çalışmak ve kâfire hizmet yasak değil idi. Dinimizde de yasak değildir. Şimdiki Müslümanların Avrupa'ya çalışmaya gitmesi gibi, Mekke müslümanları da Habeşistan'a hicret etmişler, orada gayri müslimlerin işlerinde çalışmışlardı.<br /> <br /> Yusuf aleyhisselam, Peygamber olduğu halde, kulların sıkıntıda olduğunu görüp, hükümet reisi kâfir iken, ona giderek vazife istedi. Böylece, insanlara hizmet etti. O halde, kullara hizmet edeceğini bilen ve bunu kendinden başka yapacak kimsenin bulunmadığını gören, bu vazifeye bir zâlimin geçmesini önlemek ve Müslümanlara hizmet etmek için, kâfir olan âmirden bile vazife istemelidir.<br /> <br /> Peygamber efendimiz vefat ettiği zaman, bir demir zırh ceketi, otuz kilo arpa için, bir Yahudi'de rehin bırakılmış bulundu. Hazret-i Ali de vefat ederken, dünya malı olarak, geride Düldül adındaki, Resulullah efendimizden kalan katırı ile, Zülfikar adındaki kılıcı ve mübarek gömleği kalmıştı. Bunlar da, bir Yahudi'de rehin, yani ipotek idi.<br /> <br /> Kâfirlerin yaptığı malları, ürettiği gıdaları, elbiseleri kullanmakta veya onlarla ticaret yapmakta bir sakınca yoktur. Başta Peygamber efendimiz olmak üzere, eshabı kiram ve 14 asır boyunca âlimiyle evliyasıyla bütün Müslümanlar kâfirlerle ticaret yapmışlardır.<br /> </span><div><br /></div></div></div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-2795420547984531462021-06-01T22:34:00.004+03:002021-06-01T22:34:57.051+03:00Resûlullah efendimizin üç türlü vazifesi vardı<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjY37iAO7omBwN6dVMjzKr8TzBRVZg4coeR3oJr-YLsoPi7HduvXkTZblv-Mwd0L0z84Ho-4NTgJxRuHTr3-0EWK90t3MxE5FOs7dsFktAb-aUS9DuhmY24MJqBlippIwlmiH7TbOvYZ5ff/s1600/Res%25C3%25BBlullah+efendimizin+%25C3%25BC%25C3%25A7+t%25C3%25BCrl%25C3%25BC+vazifesi+vard%25C4%25B1.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjY37iAO7omBwN6dVMjzKr8TzBRVZg4coeR3oJr-YLsoPi7HduvXkTZblv-Mwd0L0z84Ho-4NTgJxRuHTr3-0EWK90t3MxE5FOs7dsFktAb-aUS9DuhmY24MJqBlippIwlmiH7TbOvYZ5ff/s1600/Res%25C3%25BBlullah+efendimizin+%25C3%25BC%25C3%25A7+t%25C3%25BCrl%25C3%25BC+vazifesi+vard%25C4%25B1.jpg" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: Peygamber efendimizin vazifesi, sadece insanlara tebliğde bulunmak mı idi?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap:</b> Bu konuda, İslâm alimlerinin büyüklerinden olan seyyid Abdülhakim Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:<br /> <br /> "Resûlullah efendimizin üç türlü vazifesi vardı:<br /> <br /> Birincisi; iman edilecek bilgileri ve fıkıh hükümlerini bütün insanlara tebliğ etmek, bildirmek idi. Fıkıh hükümleri, yapılması emir veya yasak edilen işlerdir.<br /> <br /> İkinci vazifesi; Allahü teâlânın zatına ve sıfatlarına ait marifetleri, yalnız ümmetinin yüksek olanlarının kalplerine akıtmaktır.<br /> <br /> Üçüncü vazifesi; fıkıh hükümlerini, nasihat ile yapmayanlara, kuvvet kullanarak yaptırmaktır.<br /> <br /> Resûlullah efendimizden sonra dört halifeden her biri, bu üç vazifeyi tam olarak başardı. Daha sonra bu üç vazifeyi, bir kişi yapamaz oldu. İmanı ve fıkıh hükümlerini bildirmek vazifesi, din imamlarına, yani müctehidlere verildi. İkinci vazife, yani dileyen Müslümanları, Kur'ân-ı kerimin manevi ahkamına kavuşturmak, Ehl-i beytin oniki imamına ve tasavvuf büyüklerine verildi. Cüneyd-i Bağdâdî ve Sırrî-yi Sekatî hazretleri bunlardandır.<br /> <br /> Ehl-i sünnet âlimleri, Resûlullah efendimizin bu ikinci vazifesini oniki imamdan öğrenerek, tasavvuf ilmini meydana getirdiler. Görülüyor ki, oniki imam Ehl-i sünnetin imamlarıdır. Ehl-i beyti seven ve oniki imamın yolunda olanlar Ehl-i sünnettir. İslâm alimi olabilmek için, Resûlullah efendimizin bu iki vazifesinde, kendisinin varisi olması lazımdır.<br /> <br /> Üçüncü vazife; yani dinin hükümlerini kuvvet ile yaptırmak işi, sultanlara yani devlet adamlarına verildi.<br /> <br /> Birinci sınıfın kısımlarına Mezhep, ikincisinin kısımlarına Tarikat, üçüncüsüne de Kanun denildi. İmanı bildiren mezheplere İtikatta mezhep denir. İtikat mezheplerinin yetmişüçe ayrılacağını, bunlardan yalnız birinin doğru, ötekilerinin bozuk olacağını, Peygamber efendimiz haber vermişti. Öyle de oldu. Doğru yolda olduğu müjdelenen fırkaya, Ehl-i sünnet velcemaat mezhebi denir. Yanlış oldukları bildirilen yetmişiki fırkaya Bidat fırkaları denir. Bunların hiçbiri kafir değildir. Fakat yetmişiki fırkadan birinde bulunduğunu söyleyen bir kimse, Kur'ân-ı kerimde veya hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilmiş ve Müslümanlar arasına yayılmış bilgilerden birine inanmazsa, kafir olur."<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: İslâmiyetin emirlerini yapmayarak ve yasaklarından sakınmayarak, kalbin temiz olması mümkün müdür?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap: </b>Kalp ve beden ile, İslâmiyetin emir ve yasaklarına uymalı, kalp, gafletten uyanık olmalıdır. Kalbi uyanık olmayan yani Allahü teâlânın varlığını, büyüklüğünü, Cennet nimetlerini, Cehennem ateşinin şiddetini hatırlamayan, düşünmeyen kimsenin bedeninin İslâmiyete uyması güç olur. Fıkıh alimleri fetvaları bildirirler. Bunların yapılmasını kolaylaştırmak, Allah adamlarının işidir. Bedenin İslâmiyete severek ve kolay uyması için, kalbin temiz olması lazımdır. Fakat yalnız kalbin temiz olmasına, ahlakın güzel olmasına ehemmiyet verip, bedenin İslâmiyete uymasına ehemmiyet vermeyen kimse, mülhiddir, dinden çıkmıştır. Bunun nefsinin parlaması ile hasıl olan gaybdan haber vermek, hastaları okuyup üfleyip iyi etmek gibi adet dışı başarıları istidrac olup, kendisini ve buna uyanları Cehenneme sürükler. Kalbin temiz ve nefsin mutmainne yani uysal olduğunun alameti, bedenin İslâmiyete seve seve uymasıdır. His organlarını ve bedenini İslâmiyete uydurmayanların; "Kalbim temizdir, sen kalbe bak!" demeleri boş laftır. Böyle söylemekle kendilerini ve etrafındakileri aldatmaktadırlar.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: Bir kimse sadece iman etmekle kurtulabilir mi?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap</b>: İslâm alimleri ve tasavvuf büyükleri buyuruyorlar ki:<br /> <br /> "İnsana vacib olan birinci vazife, iman ve amel ve ihlas sahibi olmaktır. Dünya ve ahiret saadetleri, ancak bu üçüne kavuşmakla elde edilir. Amel, kalp ve dil ile, yani söz ve beden ile yapılacak işler demektir. Kalbin işleri, ahlaktır. İhlas, amelini yani bütün işlerini, ibadetlerini, yalnız Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için yapmak demektir."<br /> <b><br /> </b> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: Bir insanın Allahü teâlaya karşı vazifesi, kısaca nelerdir?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap:</b> Bu konuda İslâm alimlerinden bazıları buyurdu ki:<br /> <br /> "İnsanın Allahü teâlâya karşı vazifesi üçe ayrılır:<br /> <br /> Birincisi, bedeni ile yapacağı işlerdir. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi.<br /> <br /> İkincisi, ruhu, kalbi ile yapacağı vazifedir. Doğru itikat, iman etmek. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, inanmak.<br /> <br /> Üçüncüsü, insanlara adalet yapmakla, Allahü teâlâya yaklaşmaktır. Bu da, emaneti muhafaza, insanlara nasihat etmek, evvela İslâmiyeti öğretmekle olur."<br /> <b><br /></b> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Salih Müslüman kime denir, ne gibi vasıfları vardır?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap:</b> İslâm bilgilerine iman edip de, elinden geldiği kadar yapan mümine, (Salih Müslüman) [iyi insan] denir. Allahü teâlânın rızasını, sevgisini kazanmak için, İslâmiyete uyan ve bir mürşidi seven Müslümana (Salih) [iyi insan] denir. Allahü teâlânın rızasını, sevgisini kazanmış olana (Arif) veya (Veli) denir. Başkalarının da, bu sevgiyi kazanmalarına vâsıta olan Veliye (Mürşid) denir. Bu mübarek, seçilmiş insanların hepsine (Sadık) denir. Bunların hepsi salihtir. Salih mümin Cehenneme hiç gitmeyecektir. Kâfir, muhakkak Cehenneme gidecektir. Cehennemden hiç çıkmayacak, sonsuz azab görecektir. Kâfir iman ederse, bütün günahları hemen af olur. Fasık, tevbe edip, ibadetleri yapmağa başlarsa, Cehenneme girmeyecek, salih mümin gibi, doğru Cennete gidecektir. Tevbe etmezse, ya şefaat ile veya sebepsiz af olup, doğru Cennete gidecek, yahut Cehennemde günahları kadar yandıktan sonra, Cennete girecektir.<b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=173" target="_blank"> (İslâm Ahlâkı s. 173)</a></b><br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-39438641578053229942021-06-01T22:33:00.005+03:002021-06-01T22:33:23.531+03:00Sevab kazanmanın kesin yolu<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7ANMORxJgt-2zM2pzsVrwMLeBeqgwtrDkGEQZ4uveovUF3e6olbIPqFnZgwXAhmwAA0wnTkml1o3xEtk6_tfwv-xDzcU-BNZi0Jq2DsRvY5g7y1GFhJmjfg9NDnQI6fPmhxOGQcW6djjZ/s1600/Sevab+kazanman%C4%B1n+kesin+yolu.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img alt="Sevab kazanmanın kesin yolu" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7ANMORxJgt-2zM2pzsVrwMLeBeqgwtrDkGEQZ4uveovUF3e6olbIPqFnZgwXAhmwAA0wnTkml1o3xEtk6_tfwv-xDzcU-BNZi0Jq2DsRvY5g7y1GFhJmjfg9NDnQI6fPmhxOGQcW6djjZ/s16000/Sevab+kazanmanın%2Bkesin%2Byolu.jpg" title="Sevab kazanmanın kesin yolu" /></a></div><div class="gmail_quote"><b><span style="color: #cc0000;">Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:</span></b><br /> <b><span style="color: #cc0000;"><br /> </span></b> <span style="color: #444444;">Hayırlı insanlar hayra, şerli insanlar şerre vesile olur. İnsanın çok ibadet etmesi, hayırlı olmak için yetmez. Çünkü bir kötülüğe sebep olduysa, o kötü iş yapıldıkça, hayattayken de öldükten sonra da ona günah yazılır. Bid'at ehlinin durumu böyledir. Bunların hayırlı olması da mümkün değildir. Ama Ehl-i sünnet yolunda dine yapılan hizmet hayırlı olduğu için, buradaki hayır, vesile olan, iştirak eden herkese taksim edilecek ve herkes bundan nasibini alacaktır.</span><br /> <span style="color: #444444;"><br /> </span> <span style="color: #444444;">En hayırlı insan elbette Peygamber efendimizdir. Bütün dünyada, asırlardan beri yapılan bütün ibadetlerden hâsıl olan sevabların bir misli, vesile olan insanlara ve bu insanlardan da sonunda Peygamber efendimize gitmektedir. Mesela kazandığımız sevabların bir misli, Müslüman olmamıza sebep olan ana babamıza ve bize dinimizi öğreten hocalarımıza yazılıyor. Onlara yazılan sevabın bir misli de, onların hocalarına, ana babalarına yazılıyor. Bu şekilde devam eden zincir, Hazret-i Ebu Bekir'e kadar uzanır. Onda toplanan sevabların bir misli de, Peygamber efendimize gider. Bu sevablar sebebiyle Resulullah'ın derecesi her an yükselir. Bu yükselme, sonsuza kadar devam eder.</span><br /> <span style="color: #444444;"><br /> </span> <span style="color: #444444;"><b>Ehl-i sünnet kitaplarını yaymak</b></span><div><span style="color: #444444;"><b><br /></b></span> <span style="color: #444444;">Elimizden geldiği kadar iyiliğe sebep olmaya çalışmalıyız. Kendimiz için yaptığımız ibadetlerin makbul olması kolay değildir. Çünkü şartlarını yerine getirmek, niyeti düzeltmek çok zordur. Ama mesela Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yayarak, doğru iman ve ibadet bilgilerinin öğrenilmesi için, yapılan hizmetlerin kabul olması ve bundan sevab kazanılması kesindir. Peygamber efendimiz, (Bir din kardeşine iyilik yapmaya sebep olana, kendisi için yaptığı bütün [nafile] ibadetlerin toplamından bir misli daha çok sevab verilir) buyuruyor.</span><br /> <span style="color: #444444;"><br /> </span> <span style="color: #444444;">Dünya sıkıntısını gidermek için, bir din kardeşinin yardımına koşmanın sevabı da böyledir. Fakat onun âhiret kazancına, yani dinini doğru öğrenmesine sebep olmakla kazanılan sevab ise, her ikisinin toplamından daha çoktur. O hâlde, bu kısa ömürde, en kârlı olanı istemeli ve başkalarının da ebedî saadete kavuşmalarına vesile olmalıdır.</span><br /></div><div><span style="color: #444444;"><br /></span></div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-40385548597982137652021-06-01T22:32:00.009+03:002021-06-01T22:32:37.750+03:00Yalnız Allah’tan korkmak<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0ql8YiHv7fhupewJXEc6OvElBVkT_fsfmfTJbkrB5yrw67x4K3DGomlHGSTvIPtEitdB-DgU9ZeA1B8yR9M-Uf_wlR0bwjq3WzSe_ROsZVkoIeOuQTkMvwz4_f8QPLZQa-JAIwNr1DPoO/s800/Yaln%25C4%25B1z+Allah%25E2%2580%2599tan+korkmak+ne+demek.jpg" style="clear: left; display: inline !important; font-family: inherit; font-weight: bold; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;" target="_blank"><img alt="Yalnız Allah'tan korkmak ne demek?" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0ql8YiHv7fhupewJXEc6OvElBVkT_fsfmfTJbkrB5yrw67x4K3DGomlHGSTvIPtEitdB-DgU9ZeA1B8yR9M-Uf_wlR0bwjq3WzSe_ROsZVkoIeOuQTkMvwz4_f8QPLZQa-JAIwNr1DPoO/s16000/Yaln%25C4%25B1z+Allah%25E2%2580%2599tan+korkmak+ne+demek.jpg" title="Yalnız Allah'tan korkmak ne demek?" /></a></div><div class="gmail_quote"><span style="font-family: inherit;"><b><span><br />Sual: Kur'an-ı kerimdeki, (Yalnız Allah'tan korkun) ve (Yalnız senden yardım isteriz) mealindeki ayetlerden kasıt nedir?</span></b><br /> <b>CEVAP</b><br /> Bizi Cennete koyacak olan da, Cehenneme atacak olan da Allahü teâlâdır. Bir başkası bu işi yapamaz. (Putların gazabına uğrarız da, bizi Cehenneme atar) gibi bir korku yanlış olur. Deccal veya başka zalimlerden, bizi Cehenneme sokar diye korkulmaz. Bu hususlarda yalnız Allahü teâlâdan korkulur. Yılandan, hırsızdan, caniden korkmalar, bununla ilgili değildir. Allahü teâlâ dilerse, bu korkulardan da bizi muhafaza eder.<br /> <br /> (Yalnız senden yardım isteriz) mealindeki âyet-i kerimeden önce, (Yalnız sana ibadet ederiz) buyuruluyor. Demek ki, ibadet yalnız Allahü teâlâya olur. Putlara veya başkalarına olmaz. <br /> İbadetten sonra yardım istemek, bu ibadetin yapılmasında, kabul edilmesinde ve neticede Cennete girmemizde, yalnız senden yardım dileriz demektir. (İnsanlardan istenen yardımda da, yardımı yaratan sensin, başkasından bir yardım istesek bile, bu yardımı yaratan sensin, bize her türlü yardım senden gelir, yükümüzü birisi kaldırsa buna o gücü veren sensin, senin emrin olmadan kimse kimseye yardım edemez) demektir. Nitekim Abdülaziz Dehlevi hazretleri, Fatiha suresinin tefsirinde buyuruyor ki:<br /> <br /> Birisinden yardım istenirken, yalnız Allahü teâlâya güvenilip, o kulun Allah'ın yardımına mazhar olduğu, Allahü teâlânın her şeyi sebeple yarattığı, o kulun da bir sebep olduğu düşünerek ondan yardım istemek, Allahü teâlâdan istemek olur. (Tahkik-ul-hakkıl-mübin)<br /> <br /> Kurtubi tefsirinde buyuruluyor ki:<br /> <br /> (Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz) mealindeki âyet-i kerimeyi kabul edip söyleyen, Cebriye'den de, Mutezileden de uzak kalmış ve onlara gerekli cevap verilmiş olur.<br /> <br /> Mutezile fırkası, (Allah bizim yaptığımız işlere karışmaz) diyor. Biz, (Ya Rabbi, senden yardım isteriz) demekle, işi yapanın Allahü teâlâ olduğu meydana çıkıyor ve Mutezile rezil oluyor.<br /> <br /> Cebriye fırkası ise, (Her işi yapan Allah'tır, kulların hiçbir rolü olmaz, günahı, sevabı işleten de odur) diyor. Biz, (Ya Rabbi, sana ibadet eder ve senden yardım isteriz) demekle, kulların da iş yaptığı, ibadet ettiği ve yardım istediği meydana çıkıyor. İbadeti bizim yaptığımız, günahı bizim işlediğimiz, dolayısıyla günahtan mesul olduğumuz meydana çıkıyor. Cebriye'ye gereken cevap verilmiş oluyor ve Cebriyecilikten de kurtulmuş oluyoruz.<br /> </span><div><br /></div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-7752181606896344072021-06-01T22:32:00.003+03:002021-06-01T22:32:12.687+03:00Kadınların erkeklere bakması<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhEeWpckjj0_UioYpRmv8O9GNhKWzYT0tWTLJ8Eu50OyPByvuoT4Jv7VhMtQFXzVGAHTaqoMU_Vjmu-fnuHoOA8e19uGu89R4VdJobdkbIJu_yp146VpdXDGQCqkPPDLv2oYeUc5BnzFGql/s800/Kad%25C4%25B1nlar%25C4%25B1n+erkeklere+bakmas%25C4%25B1.jpg" style="clear: left; display: inline !important; font-family: inherit; font-weight: bold; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;" target="_blank"><img alt="Kadınların erkeklere bakması" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhEeWpckjj0_UioYpRmv8O9GNhKWzYT0tWTLJ8Eu50OyPByvuoT4Jv7VhMtQFXzVGAHTaqoMU_Vjmu-fnuHoOA8e19uGu89R4VdJobdkbIJu_yp146VpdXDGQCqkPPDLv2oYeUc5BnzFGql/s16000/Kad%25C4%25B1nlar%25C4%25B1n+erkeklere+bakmas%25C4%25B1.jpg" title="Kadınların erkeklere bakması" /></a></div><div class="gmail_quote"><span style="font-family: inherit;"><b><span><br />Sual: Kadınların, yabancı erkeklere şehvetsiz bakması, caiz değil midir?</span></b><br /> <b>CEVAP</b><br /> Şehvetsiz, ihtiyaç kadar, avret yeri açık olmayan yabancı erkeklere bakmak caizdir. Şehvetten emin olan kadının yabancı erkeğe bakması, erkeğin erkeğe veya erkeğin, mahremi olan kadınlara bakması gibi caizdir, yani günah değildir. Şehvetle bakması ise, haram olur. Ancak ben şehvetsiz bakıyorum diyerek, yabancı erkeklere bakmayı âdet haline getirmesi, ihtiyaçsız<br /> bakması uygun olmaz.<br /> <br /> </span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span>Harac olunca</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;"> <b><span>Sual: S. Ebediyye'de, (Bedenin, ıslatılmasında harac olmayan yerlerini yıkamak farzdır. Harac yani meşakkat, zorluk bulunduğu zaman haraca sebep olan şey zaruri var ise, buraları yıkamak sakıt olur) deniyor. Bu ifadelere göre, dolgulu dişi sökmek harac olmaz mı? Bir de, ikisi de örgü olduğu halde, kadının, gusülde örgülü saçını çözmesi harac oluyor da, erkeğin örgülü saçını çözmesi niye harac olmuyor?</span></b><br /> <b>CEVAP</b><br /> Dolgu dişi çıkarmak elbette haracdır, hem de çok kuvvetli zorluktur. Ancak, başka mezhepte bir çıkış yolu olduğu için, o mezhebi taklit edince mesele kalmıyor.<br /> <br /> Farzı yapmakta haraca sebep olan, yani yapmaya mani olan zaruret, ya zorla olur. Kadınların saçlarını uzatması böyledir, çünkü İslamiyet, saçlarını kesmelerini yasak etmiştir. Yahut hasta bir uzvu sıhhate kavuşturmak ve tehlikeden korumak için olur. Yahut da, başka şey yapmaya imkân olmadığı için olur. Harac bulunduğu zaman, başka mezhebi taklit mümkün olmazsa, zaruret aranır. Kadınların örgülü saçlarını çözmelerinde harac vardır. Bu haracdan kurtulmak için, başka mezhebi taklit etmeye de imkân olmadığı ve saçlarını uzatmalarında zaruret olduğu için, saçlarının örgülerini açmaları affolmuştur.<br /> <br /> Kadınların örgülü saçlarını açmamaları, erkeklerin örgüsünü açması gibi değildir, çünkü birincisinde zaruret ve harac birlikte vardır. Erkek örgüsünü çözmede harac varsa da, zaruret yoktur. Zaruret olmayınca da, erkeklerin örgülerini çözmeleri gerekir.<br /> <br /> </span><h3 style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><b><span>Tesbihleri farklı söylemek</span></b></span></h3><span style="font-family: inherit;"> <b><span>Sual: Rükû ve secdelerde okunan tesbihleri, 5, 7, 9 veya 11 kere okumanın müstehab olduğu bildiriliyor. Bir namazda bunları bilerek veya unutarak farklı okusak, mesela rükûda 5 kere, secdede 7 kere, ikinci rekâtta rükûda 11 kere, secdede 5 kere okusak, yani hep farklı okusak bir mahzuru olur mu?</span></b><br /> <b>CEVAP</b><br /> Bir mahzuru olmaz. Üçten az söylememeli, bir de teke riayet ederek 5, 7 gibi okumalı.<br /> </span><div><br /></div></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-40980099711122068112021-04-22T22:43:00.005+03:002021-04-22T22:43:20.718+03:00Ehl-i sünnet fırkasını Türkler korudu<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNhe4JTP2ltz1B2YWHO0jug_fe8ZarlYbY-WQ32fdDl3D8y2VUto4BTQCqs1UfuQdNVqq-ndaL2WRvJcxBEU-1K2p1XkYqysJV4teeZqXLH86bfhll3xzovOYL1dBK6yORdMrefOe_9dOt/s1600/Ehl-i+s%25C3%25BCnnet+f%25C4%25B1rkas%25C4%25B1n%25C4%25B1+T%25C3%25BCrkler+korudu.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNhe4JTP2ltz1B2YWHO0jug_fe8ZarlYbY-WQ32fdDl3D8y2VUto4BTQCqs1UfuQdNVqq-ndaL2WRvJcxBEU-1K2p1XkYqysJV4teeZqXLH86bfhll3xzovOYL1dBK6yORdMrefOe_9dOt/s1600/Ehl-i+s%25C3%25BCnnet+f%25C4%25B1rkas%25C4%25B1n%25C4%25B1+T%25C3%25BCrkler+korudu.jpg" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: Şii fırkasını Yahudilerin, Vehhabi fırkasını İngilizler kurduğu bildirilmiştir. Eshâb-ı kirama ve ehl-i sünnete düşman olan bu fırkaların ahirette kurtulma ihtimalleri var mıdır?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap:</b> Bugün, yer yüzünde bulunan Müslümanlar üç fırkaya ayrılmıştır. Birinci fırka, Eshâb-ı kiramın yolunda olan, hakiki Müslümanlardır. Bunlara (Ehl-i sünnet) ve (Sünnî) ve (Fırka-i nâciyye), Cehennemden kurtulan fırka denir. İkinci fırka, Eshâb-ı kirama düşman olanlardır. Bunlara (Şii) veya (Fırka-i dâlle) sapık fırka denir. Üçüncüsü, Sünnilere ve Şiilere düşman olanlardır. Bunlara (Vehhabi) ve (Necdî) denir. Çünkü bunlar, ilk olarak Arabistan'ın Necd şehrinde meydana çıkmıştır. Bunlara (Fırka-i mel'ûne) de denir. Çünkü, bunların Müslümanlara müşrik dedikleri (Kıyâmet ve Âhıret) ve (Se'âdet-i Ebediyye) kitaplarında yazılıdır. Müslümanlara kâfir diyene Peygamberimiz lanet etmiştir. Şii fırkasını Yahudiler, Vehhabi fırkasını İngilizler kurdu. Ehl-i sünnet fırkasını Türkler korudu.<br /> <br /> Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, Cehenneme gidecektir. Her mümin, nefsini tezkiye için, her zaman çok (Lâ ilâhe illallah) ve kalbini tasfiye için (Estağfurullah) okumalıdır. Ahkâm-ı islâmiyyeye uyanın duası muhakkak kabul olur. Namaz kılmayanın, açık kadınlara bakanın ve haram yiyip içenin, ahkâm-ı islâmiyyeye uymadığı anlaşılır. Bunların duaları kabul olmaz. <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=10" target="_blank">(İslâm Ahlâkı s. 10)</a></b><br /> <br /> ***<br /> <br /> <b>Sual: Kâfirlerin Cehennem ateşinden kurtulma ihtimalleri var mıdır? Bir insanın, Allahın sevgili kulu olduğu veya vatana, millete hizmetleri olduğuna inanarak, bunun resmine, heykeline, tazim etmek şirk olur mu?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap:</b> Küfrün çeşitleri vardır. Hepsinin de en kötüsü, en büyüğü (şirk)dir. Bir kötülüğün her çeşidini bildirmek için, çok kere, bunların en kötüsü söylenir. Bunun için, âyet-i kerimelerde ve hadîs-i şeriflerde bulunan şirk kelimesinden, her nev küfür manası anlaşılır. Nisâ sûresinin kırksekiz ve yüzonaltıncı âyet-i kerimelerinde, müşrikin hiç af edilmeyeceği bildirildi. Bu âyet-i kerimeler, kâfirlerin Cehennem ateşinde sonsuz yanacaklarını bildirmektedir.<br /> <br /> (Şirk), Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye (Müşrik), benzetilen şeye (Şerik) denir. Bir kimsede, bir şeyde, ülûhiyyet sıfatlarından birisinin bulunduğuna inanmak, onu şerik yapmak olur. Allahü teâlâya mahsus olan sıfatlara, yani (Sıfat-ı zâtiyye) ve (Sıfât-ı sübûtiyye)lere (ülûhiyyet sıfatları) denir. Sonsuz var olmak, yaratmak, her şeyi bilmek, hastalara şifa vermek, ülûhiyyet sıfatlarındandır. Bir insanda, güneşte, inekte, herhangi bir mahlukta, ülûhiyyet sıfatı bulunduğuna inanarak, ona tazim, hürmet etmeğe, ona yalvarmağa, ona (ibadet etmek), tapınmak denir. O şeyler (Sanem=put) olur. Böyle zan olunan insanın ve kâfirlerin heykelleri, resimleri ve mezarları önünde de, tazim edici şeyler söylemek, yapmak da, ibadet etmek, şirk olur. Bir insanda ülûhiyyet sıfatlarından birinin bulunduğuna inanmayıp, Allahın sevgili kulu olduğuna veya vatana, millete hizmetleri olduğuna inanarak, bunun resmine, heykeline, tazim etmek şirk olmaz, küfür olmaz. Fakat, herhangi bir insanın resmine hürmet etmek haram olduğu için, tazim, hürmet eden bir Müslüman fasık olur. Haram olduğuna ehemmiyet vermezse, diğer bir haramı, ehemmiyet vermeyerek yapanlar gibi (Mürted) olur. Müşrik olmayan Yahudi ve Hristiyanlar da, Muhammed aleyhisselâma inanmadıkları için kâfirdirler. [Allaha düşmandırlar.] Bunlara (Kitaplı kâfir) denir. Şimdi, Hristiyanların çoğu, İsa aleyhisselâma ülûhiyyet sıfatı isnat ettikleri için, müşriktir. Barnabas ve Aryus mezhebinde olanları, kitaplı kâfir iseler de, bunlar bugün yoktur. <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=11" target="_blank">(İslâm Ahlâkı s. 11)</a></b><br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-91048311137969668332021-04-22T22:42:00.006+03:002021-04-22T22:42:43.968+03:00İslâmiyete uyan rahat ve mesut yaşar<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCipT1vjb7LEg6CTyzLBfESHc_gJQEf5QzyUls6-TIWXWJqI3LfkDXeJNZb1zPjpfRyyKZsDTUxKSd3YRSe0rbiyiFUFjHDQ_Pj4i1rJjkskdFy3w6KzlsQrSQlHmWcbxWJWSX9lTBl4Rh/s1600/%25C4%25B0sl%25C3%25A2miyete+uyan+rahat+ve+mesut+ya%25C5%259Far.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCipT1vjb7LEg6CTyzLBfESHc_gJQEf5QzyUls6-TIWXWJqI3LfkDXeJNZb1zPjpfRyyKZsDTUxKSd3YRSe0rbiyiFUFjHDQ_Pj4i1rJjkskdFy3w6KzlsQrSQlHmWcbxWJWSX9lTBl4Rh/s1600/%25C4%25B0sl%25C3%25A2miyete+uyan+rahat+ve+mesut+ya%25C5%259Far.jpg" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: "İslâmiyete uyan bir kimse, rahat ve mesut yaşar" buyrulmaktadır? Şimdi Avrupalıların bir kısmı, rahat ve mesut yaşamakta, Müslümanların bir kısmı zelil, hakir yaşamaktadır. Bunun sebebi ne olabilir?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap: </b>Dünya işlerindeki, madde âlemindeki intizam, Allahü teâlânın varlığını akıl sahiplerine haber veriyor. Ahiretin var olduğunu da Allahü teâlâ haber veriyor. O hâlde, Aklı, ilmi olanın, Allahın varlığına ve birliğine inanması lâzımdır. İnanmamak, ahmaklık, cahillik olur. Allahü teâlâya iman etmek, Onun (Ülûhiyyet sıfatları)na yani Onun (Sıfât-ı zâtiyye)sine ve (Sıfât-ı sübûtiyye)sine ve verdiği haberlere inanmaktır ve Onun dinine uymaktır. İslâmiyete uyan bir kimse, dünyada da rahat ve mesut yaşar. Herkese iyilik eder. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, faydalı şeyleri yapmalarını emretmiştir. Bu emirlere (Farz) denir. Zararlı şeyleri yasak etmiştir. Bunlara (Haram) denir. Farzların ve haramların hepsine (Ahkâm-ı islâmiyye) denir. Dinler, Allahü teâlânın kullarına rahmetidir, ihsanıdır. Dinlere inanan ve uyan, dünyada ve ahirette Allahü teâlânın ihsanına kavuşur, mesut olur. İnanmayan, aklı ile faydalı olduğunu anlayarak, dünya işlerinde uyarsa, yalnız dünyada mesut, rahat yaşar. Şimdi Avrupalıların bir kısmı, bunun için, rahat ve mesut yaşamakta, İslâmiyete uymayan Müslümanlar zelil, hakir yaşamaktadır.<b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=154" target="_blank"> (İslâm Ahlâkı s. 154)</a></b><br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: Dünyada insanlar Peygambere iman ve uyma konusunda kaç kısma ayrılmaktadır?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap:</b> İnsanlar dört kısımdır:<br /> <br /> 1- Peygambere inanır ve buna uyar. Bunlar dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. Ahirette, doğru Cennete gider. Nefsine uyarak hâsıl olan günahları, kalp ile tevbe, dil ile istiğfar ederek ve dünyada sıkıntılar çekerek, af edilecek, doğru Cennete giderek, nimetler içinde sonsuz yaşayacaktır. Bunlara (Salih kul) denir.<br /> <br /> 2- Peygambere inanır ve buna uyar. Dünyada dert, sıkıntı ve hastalık içinde yaşar. Dertlere sabır ve şükür eder. Sabırları, derecelerinin, sonsuz nimetlerinin artmasına sebep olur. Bunlar, nefislerine uymaz. Bunlara (Velî) denir. Böyle kimseler azdır.<br /> <br /> 3- Peygambere inanır. Peygambere değil, nefsine uyar. Dünyada sıkıntı çeker. Bunlar, nefislerine uyarak hâsıl olan günahlar kadar Cehennemde yandıktan sonra, Cennete gireceklerdir. Bunlara (Fasık kul) denir. Çok habis kimselerin daha çok azmaları için, işlerinde başarı, kolaylık ve rahatlık da verilir. İslâmiyetin bir emrini beğenmeyen kâfir olur. Kâfirler, Cennete girmeyecek, Cehennemde sonsuz yanacaklardır.<br /> <br /> 4– Peygambere inanmaz. Ahkâm-ı islâmiyyenin emir ve yasak ettiği şeyleri akıl ile bulup, bunlara ve Müslümanlara uyan kâfirler, dünyada saadete kavuşur. <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=145" target="_blank">(İslâm Ahlâkı s. 145)</a></b><br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Fıkıh ilmi kaç kısımdır ve bu kısımlarda hangi hükümler bildirilmektedir?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap:</b> Fıkıh ilmi, yani Ahkâm-ı islâmiyye, İslâmiyetin bildirdiği hükümler dört büyük kısma ayrılır:<br /> <br /> 1-İbâdât olup beşe ayrılır: Namaz, oruç, zekat, hac, cihad. Her birinin dalları çoktur.<br /> <br /> 2-Fıkıh ilminin ikinci kısmı Münâkehât olup, evlenme, boşanma, nafaka ve daha nice dalları vardır.<br /> <br /> 3-Fıkhın üçüncü kısmı Mu'âmelât olup, alışveriş, kira, şirketler, faiz, miras gibi birçok bölümleri vardır.<br /> <br /> 4-Ukûbât yani Had denilen cezalar olup, başlıca altı kısma ayrılmaktadır: Kısâs, sarhoşluk, sirkat, zina, kazf, riddet, yani mürted olmak cezalarıdır. Cezalar günahı takip ettiği için Ukûbât denir.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Herhangi bir Müslüman, kendi mezhebine göre yapması mümkün olmayan bir işi, bir ibadeti, diğer bir mezhebi taklid ederek yapabilir mi?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap:</b> Bir işin yapılmasında haraç, güçlük bulunursa, yani kendi mezhebine göre yapmasına imkan olmayan bir işi, başka mezhebe uyarak yapmak caiz olur. Fakat, ikinci mezhebin o işe bağlı olan şartlarını, yani farzlarını ve müfsidlerini gözetmesi de lazımdır. Hanefi mezhebi âlimlerinin, böyle işlerde, Mâliki mezhebini taklit etmeye fetva verdikleri, ibni Âbidîninde yazılıdır.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Aynı toprak veya toprak cinsi olan bir şeyle, birkaç kişi teyemmüm yapabilir mi?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap: </b>Bir topraktan birkaç kimse teyemmüm edebilir. Çünkü, teyemmüm edilen toprak ve benzerleri, müstamel, kullanılmış olmaz. Teyemmümden sonra, elden, yüzden dökülen toz ise müstameldir.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: İnsan veya hayvan necaseti, gusülde kullanılmış su ile de temizlenebilir mi?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap:</b> Necaset, her temiz su ile, abdest ve gusül alınmış su ile, sirke ve gül suyu gibi akıcı mayilerle ve tükürükle temizlenir. Süt ve yağla temizlenmez.<br /> <b><br /></b> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Müslüman iken aklını kaybeden bir kimsenin Müslümanlığı devam etmekte midir?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap:</b> İman, ibadetler ve amellerde, Allahü teâlâ, kullarından gücü yetmediği şeyleri istememiştir. Bunun için, Müslüman iken deli olan, gafil olan, uyuyan, ölen kimse, bu halinde tasdik etmekte değil ise de, Müslümanlıkları devam etmektedir.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Bir söz söylemekle de iman gidebilir mi?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap:</b> Bir Müslüman, imanın gitmesine sebep olacağı sözbirliği ile bildirilmiş olan şeyleri, bilerek, istekle söyler veya yaparsa, imanı gider.<br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-81083505536372566312021-04-16T22:46:00.004+03:002021-04-16T22:46:27.911+03:00Büyüden kurtulmak için<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi31tN7KFAO3FZrmhWRuriRAFb4E7FgHR6G1eSCmN6NsMMS0-56T1aQlpOKsJws_a_F4y-9eZejpJNwgX5Mr35bG1S8opUIr7KT4BGRmnEyUa7KuilrHVogXUYeUCDPh7YhY3r01SgrlRHe/s1600/B%25C3%25BCy%25C3%25BCden+kurtulmak+i%25C3%25A7in.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi31tN7KFAO3FZrmhWRuriRAFb4E7FgHR6G1eSCmN6NsMMS0-56T1aQlpOKsJws_a_F4y-9eZejpJNwgX5Mr35bG1S8opUIr7KT4BGRmnEyUa7KuilrHVogXUYeUCDPh7YhY3r01SgrlRHe/s1600/B%25C3%25BCy%25C3%25BCden+kurtulmak+i%25C3%25A7in.jpg" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: Kendisine büyü yapılmış olan bir kimse, bu yapılan büyüden kurtulmak için neler okuyabilir veya neler yapabilir?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap: </b>Bu konu hakkında Fevâid-i Osmâniyye kitabında buyuruluyor ki:<br /> <br /> "Sihir ve cadı, yani büyü afetlerinden kurtulmak için, üç kere Salevât-ı şerife okumalı, sonra yedi Fâtiha, yedi Âyet-el-kürsî, yedi Kâfirûn sûresi, yedi ihlâs-ı şerif, yedi Felak ve yedi Nâs sûreleri okuyup kendi üzerine veya hasta üzerine üflemelidir. Bunları tekrar okuyup, büyülenmiş olanın odasına, yatağına, evin her yerine, bahçesine üflemelidir. İnşaallahü teâlâ, büyüden halas olur, kurtulur. Buna karşılık ücret almamalıdır. Bütün hastalıklar için de iyidir."<br /> <br /> Büyü yapılmış olan kimse, Mevâhib-i ledünniyyede bildirilen âyet-i kerimeleri, duaları ve Teshîl-ül-menâfi kitabı sonundaki Âyât-i hırzı sabah namazı ve ikindi namazlarından sonra, yedi gün birer kere okur ve boynuna asarsa, şifa bulur.<br /> <br /> Bir miktar suya, Âyet-el-kürsî, İhlâs ve Mu'avvizeteyn okumalı. Büyülenmiş kimse bundan üç yudum içmeli, kalan ile gusül abdesti almalıdır, şifa bulur. İbni Âbidînde, ve Mevâhib-i ledünniyyede deniyor ki:<br /> <br /> "Sidr ağacının yeşil yaprağından yedi adedi iki taş arasında ezilip su ile karıştırılır. Üzerine Âyet-el-kürsi, ihlâs ve Kul-e'ûzüler okunur. Üç yudum içip, gusül edilir." Sidr, Lotus denilen yabani kiraz, kâzib abanoz ağacıdır. Mekâtîb-i şerîfede deniyor ki:<br /> <br /> "Hacetlere kavuşmak için, iki rekat namaz kılıp, sevabını silsile-i aliyyenin ruhlarına hediye etmeli, bunların hürmeti için diyerek dua etmelidir."<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: Namazda secdeye gidince, yalnız alnı koymak yeterli midir, burnu da yere koymak gerekir mi ve parmaklar bitişik mi yoksa açık mı olmalıdır?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap:</b> Secdede el parmakları, birbirine bitişik, kıbleye karşı, kulaklar hizasında, baş iki el arasında olmalıdır. Alnı temiz yere, yani taş, toprak, tahta, yaygı üzerine koymak farz olup, burnu da beraber koymak vacib denildi. Özürsüz yalnız burnu koymak caiz değildir. Yalnız alnı koymak da mekruhtur. Secdede en az üç kere Sübhâne rabbiyel-a'lâ denir.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: Köpeğin, kuşun ve diğer hayvanların satılmasında, satın alınmasında dinen bir mahzur var mıdır?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap: </b>Köpeği ve diğer işe yarayan hayvanları, kuşları satmak da ve satın almak da caizdir.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Âlem-i misal nedir, ruh veya cisim aleminden farklı mıdır?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap: </b>Tasavvuf büyüklerine ve birçok âlimlere göre "rahime-hümullahü teâlâ", dünyada (Âlem-i misal) denilen üçüncü bir âlem vardır. Bu âlem; gördüğümüz (Cisim âlemi) gibi, maddeden yapılmamıştır. (Ruh âlemi) gibi mücerred de değildir. Yani maddesiz de değildir, ikisi arasındadır. Oradaki mahluklar parçalanabildikleri için, madde âlemine benzer. Ağırlığı olmadığı, yer kaplamadığı için ise, benzemez.<br /> <br /> Dünyadaki her maddenin ve her mananın, o âlemde bir misali, şekli vardır. Suyun misali, orada yine sudur. İlmin misali, orada süttür. İyi huyların ve iyi işlerin orada görünüşü, bostan, çiçek, meyve gibi lezzetli şeylerdir. Kötü huyların ve çirkin işlerin, o âlemde görünüşü, karanlık, yılan, akrep gibi sıkıntı verici şeylerdir. Herkesin gördüğü rüyalar, hep o âlemdendir. Tasavvuf büyüklerine göre, âlem-i misâl de, ikiye ayrılmaktadır. Tasavvufçular, bu âleme hayâl kuvveti ile girerse, (Hayâle bağlı) olan âlem-i misâl denir. Hayâlin ve başka iç his organlarının ilgisi olmadan hâsıl olursa, (Mutlak) olan âlem-i misâl denir. [(Mektûbât) kitabının ikinci cildinin ellisekizinci mektubunda, Âlem-i misâl hakkında geniş bilgi vardır. Bu uzun mektubun tercümesi, (Se'âdet-i Ebediyye) kitabı, birinci kısım, <a href="http://39.cu" target="_blank">39.cu</a> maddesinde mevcuttur.]<br /> <br /> Tasavvufçulardan bazısı, (Riyâzet) çekerek ve (Mücâhede) yaparak, âlem-i misâle girdiklerini ve orada gördükleri şeyleri haber vermişlerdir. Din âlimleri de, bu âlemin varlığını ve bazı sırlarını bildirmişlerdir. Abdüllah ibni Abbâs "radıyallahü anhümâ" buyurdu ki, (Bu gördüğümüz âlemden başka bir âlem daha vardır. Bu âlemde bulunan her şeyin, orada bir benzeri vardır. Hatta, orada benim gibi bir İbni Abbâs vardır). <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=144" target="_blank">(İslâm Ahlâkı s. 144)</a></b><br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-55633013646509273022021-04-16T22:45:00.004+03:002021-04-16T22:45:50.213+03:00İyi, hakiki bir Müslüman olmak<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWZIjKkXBVXBwGLDQ4HBx68XK1iHnRpM-ZrleAf8tMXnjG6BvKt083wfz_6dBfRkONWRMRzTSnU9KKl1LKBzAOjAVM3AFSME4ASpF5ymlMf2ZNA34l65uwywHSXHsDJivu5Yj-Eqr8RDUN/s1600/%25C4%25B0yi%252C+hakiki+bir+M%25C3%25BCsl%25C3%25BCman+olmak.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWZIjKkXBVXBwGLDQ4HBx68XK1iHnRpM-ZrleAf8tMXnjG6BvKt083wfz_6dBfRkONWRMRzTSnU9KKl1LKBzAOjAVM3AFSME4ASpF5ymlMf2ZNA34l65uwywHSXHsDJivu5Yj-Eqr8RDUN/s1600/%25C4%25B0yi%252C+hakiki+bir+M%25C3%25BCsl%25C3%25BCman+olmak.jpg" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: İyi bir Müslüman olabilmek için ne yapmalı, nasıl bir yol takip etmelidir?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap:</b> İslâm dininin temeli üçtür. Bunlar; ilim, amel ve ihlastır. İlim, iman, fıkıh ve ahlak bilgileridir. Bunlar, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir. Amel, bu bilgilere uygun işlerdir. İhlas ise, ilmin ve amelin, Allah rızası için, yani Allahü teâlânın sevgisini kazanmak için elde edilmesidir. Bu üç temel şeye malik olan Müslümana İslâm âlimi ve Hakiki Müslüman denir. Bu üç temel şeyden biri noksan olup da, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına uymayan yazılar ve konuşmalar yayınlayarak, kendisini İslâm âlimi tanıtan kimse kötü din adamı ve Zındıktır. Mesela, din bilgisi çoktur ve her ibadeti yapar, fakat ihlası yok ise, yani bunları mal, mevki ve şöhret kazanmak gibi, dünyalık elde etmek için yapan kimse, hakiki Müslüman değildir.<br /> <br /> İyi, hakiki bir Müslüman olmanın ilk şartı, Ehl-i sünnet âlimlerinin, kitaplarında bildirdiklerine göre, itikadı düzeltmektir. Çünkü, Cehennemden kurtulan yalnız bu fırkadır. Dört mezhebin ictihâd derecesine yükselmiş âlimlerine ve bunların yetiştirdikleri büyük âlimlere Ehl-i sünnet âlimi denir. İtikadı, imanı düzelttikten sonra, fıkıh ilminin bildirdiği ibadetleri yapmak, yani dinin emirlerini yapmak, yasak ettiklerinden kaçınmak lazımdır. Ahlakı düzeltmek ve birbirimizi sevmek için, beş vakit namazı, üşenmeden, gevşeklik yapmadan, şartlarına dikkat ederek kılmalıdır. Nisab miktarı malı ve parası olan, zekat vermelidir.<br /> <br /> Hakiki Müslümanlık laf ile olmaz. Hakiki Müslüman olmak için, kıymetli ömrü, lüzumsuz mubahlara bile harcamamalıdır. Haram ile geçirmemek, elbette lazımdır. Haramların nefse verecekleri lezzete aldanmamalıdır. Bunlar bal karıştırılmış, şekerle kaplanmış zehir gibidir.<br /> <br /> Gıybet etmemelidir, haramdır. Gıybet, bir Müslümanın gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir.<br /> <br /> Nemime yapmamalı, yani Müslümanlar arasında söz taşımamalıdır. Bu iki günahı işleyenlere çeşitli azaplar yapılacağı bildirilmiştir.<br /> <br /> Yalan söylemek ve iftira etmek de haramdır, sakınmak lazımdır. Bu iki fenalık her dinde de haram idi. Cezaları çok ağırdır.<br /> <br /> Hiç kimsenin dinine, malına, canına, şerefine, namusuna saldırmamalı, herkesin hakkına riayet etmeli ve korumalıdır.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: Allahü teâlânın, Resûlullah efendimizin, Eshâb-ı kiramın ve İslâm alimlerinin isimlerini söylerken ve yazarken, saygılı olmak gerekmez mi?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap: </b>Allahü teâlânın ismini söyleyince, işitince, yazınca, Sübhânallah, Tebârekallah, Celle-celâlüh, Azze-ismüh, Cellet kudretüh veya Teâlâ gibi saygı sözlerinden birini söylemek, yazmak birincisinde vacip, tekrarında ise müstehaptır. Resûlullah efendimizin ismini işitince salevât söylemek de böyledir. Bezzâziyye ve Hindiyyede deniyor ki:<br /> <br /> "Allahü teâlânın ismini işitince ve söyleyince, celle celâlüh veya teâlâ yahut tebâreke, sübhânallah diyerek saygı göstermek vaciptir. Tekrar edince de, yalnız söylemeyip, teâlâ da demek müstehaptır. Yani, Allahü teâlânın isminden sonra, tazim, saygı gösteren bir kelime de söylemelidir. Bunun gibi, yalnız Kur'ân dememeli, daima Kur'ân-ı kerim demelidir."<br /> <br /> Görülüyor ki, Allah buyurdu ki.. veya Allah teâlâ buyurdu ki.. değil, Allahü teâlâ buyurdu ki.. demelidir. İslâmiyette ırkcılık yoktur. Her milletin, her dil sahiplerinin böyle arabi söylemeleri lazımdır. Tercümesini söylüyorum diyerek saygısızlık yapmamalıdır. İbni Âbidînde ve Birgivînin Kâdî zâde şerhinde deniyor ki:<br /> <br /> "Eshâb-ı kiramın ismine radıyallahü anh, başka âlimlere rahmetullahi aleyh demek ve yazmak müstehaptır."<br /> <br /> Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:<br /> <br /> "Eshâb-ı kiramı çok sevmek, tazim ve hürmet etmek lazımdır. Bunun için, isimlerini yazarken, okurken ve işitince, radıyallahü anh demek müstehaptır." Râfiziler, Müslümanları aldatmak için;<br /> <br /> "Eshâb çok yüksektir. Yüksekliklerini bildirecek bir kelime yoktur. İsimlerinin yanına radıyallahü anh demek, onlara hakaret olur. Böyle şeyler söylememelidir" diyorlar. Rafızilerin ve benzerlerinin böyle sözlerine, yazılarına aldanmamalıdır.<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /> </b> <b>Sual: Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerimin bazı yerlerinde, Ben değil, Biz diyor. Bunun hikmeti nedir?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap:</b> Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerimin çok yerinde kendisini Biz sözü ile bildiriyor. Allahü teâlâ birdir. Kur'ân-ı kerimde kendisinin bir olduğunu bildiriyor. Kur'ân-ı kerimin çok yerinde kendisine Ben demedi. Büyüklüğünü, her şeye malik, hakim olduğunu bildirmek için, Ben yerine, Biz de diyor. Biz dediği yerleri;<br /> <br /> "Her şeyin maliki, hakimi olan Ben olarak anlamalıdır."<br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Ahirette, bedenin ve ruhun lezzetleri aynı mı yoksa farklı mı olacaktır? Cennetteki bedenin yapısı, dünyadakiyle aynı mıdır?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap:</b> Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliği ile bildiriyor ki, Kıyamet günü, bu beden tekrar var olacaktır. Fakat, Cennet nimetlerini, lezzetlerini yalnız bedenin lezzeti zan etmek yanlıştır. Dünyada yükselmeğe başlayan bir ruh, bedenden ayrılınca, kıyamete kadar, her an, yükselmeğe devam eder. Cennette beden, sonsuz kalabilecek evsafta dünyadakinden bambaşka özellikte var olacaktır. Yükselmiş olan ruh, bu ceset ile birleşerek kıyamet hayatı başlayacaktır. Cennette, bedenin ve ruhun ayrı ayrı nimetleri, lezzetleri olacaktır. Yüksek olanlar, Cennette de ruhun lezzetlerine ehemmiyet vereceklerdir. Ruhun lezzeti, bedenin lezzetlerinden farklı ve kat kat ziyade olacaktır. Ruhun lezzetlerinin en tatlısı, en yükseği de, Allahü teâlâyı görmek olacaktır. Yüksek insanların, ariflerin, dünyada iken, ruh Cennetine girmeleri, ahiretteki ruh lezzetlerinden bir kısmına kavuşmaları câizdir denildi. Bedenin Cennetine dünyada kavuşulamaz. Cennet lezzetleri, dünya lezzetleri gibi değildir. Hatta, dünya lezzetlerine hiç benzemezler. Allahü teâlâ, Cennetteki lezzetleri, dünyada işiterek anlayabilmemiz için, dünyada onlara benzeyen lezzetler yarattı. Böylece, o lezzetlere kavuşmak için çalışmamızı emretti. Cennet lezzetlerinin tadını alabilmek için, önce acı, sıkıntı çekmek lâzım değildir. Çünkü, Cennetteki bedenin yapısı, dünyadaki gibi değildir. Dünyadaki beden, yok olacak bir hâlde yaratıldı. Takriben yüz sene dayanacak kadar sağlamdır. Cennetteki beden ise, sonsuz kalacak, hiç yıpranmayacak sağlamlıktadır. Aralarındaki benzerlik, insan ile, aynadaki hayâli arasındaki müşâbehet gibidir. İnsan aklı, kıyametteki varlıkları anlayamaz. Akıl, his organları ile duyulanları ve bunlara benzeyenleri anlayabilir. Cennet nimetlerini, lezzetlerini, dünyadakilere benzetmek, onlar üzerinde mantık, fikir yürütmek insanı, çürük, yanlış neticelere götürür. Bilinmeyen şeyleri, bilinen şeylere benzeterek, fikir yürütmek, bâtıldır. <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=143" target="_blank">(İslâm Ahlâkı s. 143)</a></b><br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-13681653184941660262021-04-16T22:43:00.006+03:002021-04-16T22:44:00.303+03:00Güneşin battığına kanaat getirmedikçe, iftar etmemeli<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLgW5X-sDytUiWB6N6ug_OiQJnbRAnx-ThtacD5AqXOgvxtfB665J_u7D1iqu_sk9o-XISK4H0GeU1syZXDJDuEYlZLRjnhMzlXhvBblbaZct_wCbYlsRK6duQeUH9jKNYlb7wsZvT60Y6/s1600/G%25C3%25BCne%25C5%259Fin+batt%25C4%25B1%25C4%259F%25C4%25B1na+kanaat+getirmedik%25C3%25A7e%252C+iftar+etmemeli.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLgW5X-sDytUiWB6N6ug_OiQJnbRAnx-ThtacD5AqXOgvxtfB665J_u7D1iqu_sk9o-XISK4H0GeU1syZXDJDuEYlZLRjnhMzlXhvBblbaZct_wCbYlsRK6duQeUH9jKNYlb7wsZvT60Y6/s1600/G%25C3%25BCne%25C5%259Fin+batt%25C4%25B1%25C4%259F%25C4%25B1na+kanaat+getirmedik%25C3%25A7e%252C+iftar+etmemeli.jpg" /></a><b>Sual: Orucu ne zaman açmalı yani iftar etmelidir? Yüksek yerde, dağda olan ile aşağıda, olanlar aynı vakitte iftar edebilir mi?</b><br />
<b>Cevap: </b>İbni Âbidîn "rahime-hullahü teâlâ" diyor ki, (Kapalı havalarda, ezan okunsa bile, güneşin battığına kanaat getirmedikçe, iftar etmemelidir. İştibâk-ün-nücûmdan evvel, yani yıldızların çoğu görününceye kadar iftar edince, müstehab olan tacil yapılmış olur. Bir yerde, güneşin gurubunu görerek, iftar edilince, yüksekte, meselâ minarede olan güneşin gurûbunu anlamadıkça, iftar etmez. Sabah namazı ve sahur da böyledir.) Astronomi kitaplarında (Temkin) cetvellerinde de, temkin zamanının miktarı, yüksekliğe göre değişmektedir. Bütün namaz vakitleri hesap edilirken, bir yerdeki en yüksek tepeye göre olan tek bir temkin kullanılmaktadır. Temkin zamanı hesaba katılmadan hazırlanan takvimlerde, gurûb zamanı birkaç dakika evvel yazılıdır. Gurûb vaktinde güneş batmamış görülmektedir. Temkinsiz takvime göre iftar edenlerin oruçları fâsid olmaktadır. <b><i><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=305" target="_blank">(İslâm Âhlâkı s. 305)</a></i></b><br />
<br />
<b>***</b><br />
<b>Sual: Ramazan ayının üstünlüğü nelerdir?</b><br />
<b>Cevap:</b> İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât Tercemesi 162. mektupta buyuruyor ki:<br />
Allahü teâlânın zâtının şü'ûnâtından biri, kelâm şânıdır. Bu kelâm şânında, zâtın bütün üstünlükleri ve sıfatların bütün şü'ûnları bulunur. Mübarek Ramazan ayında da, bütün iyilikler, bütün bereketler bulunur. Her iyilik, her bereket, Allahü teâlânın zâtından gelmektedir "teâlâ ve tekaddes" ve Onun şü'ûnlarından hâsıl olmaktadır. Her kusur, her kötülük de, mahlûkların zâtlarından ve sıfatlarından hâsıl olmaktadır. Nisâ sûresinin yetmişsekizinci âyetinde mealen, (Sana gelen her güzel şey, Allahü teâlâdan gelmektedir. Sana gelen her kötülük de, kendindendir) buyuruldu. Bunun için, bu aydaki iyiliklerin, bereketlerin hepsi, Allahü teâlânın zâtındaki üstünlüklerden gelmektedir. Bu üstünlüklerin hepsi de, kelâm şânında bulunmaktadır.<br />
<br />
Kur'ân-ı kerim, bu kelâm şânının hakikatinin hepsinden hâsıl olmuştur. Bundan dolayı, bu mübarek ayın, Kur'ân-ı kerim ile tam bağlılığı vardır. Çünkü, Kur'ân-ı kerimde bütün üstünlükler bulunmaktadır. Bu ayda da, o üstünlüklerden hâsıl olan bütün iyilikler bulunmaktadır. Bu bağlılıktan dolayı, Kur'ân-ı kerim bu ayda nazil oldu. Bekara sûresinin yüzseksenbeşinci âyetinde mealen, (Kur'ân-ı kerim, Ramazan ayında indirildi) buyuruldu. Kadir gecesi bu aydadır. Bu ayın özüdür. Kadir gecesi, çekirdeğin içi gibidir. Ramazan ayı da, kabuğu gibidir. Bunun için, bir kimse, bu ayı saygılı, iyi geçirerek bu ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuşursa, bu senesi iyi geçerek, hayırlı ve bereketli olur. Allahü teâlâ, hepimizi bu mübarek ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuştursun. Her birimize bundan büyük pay versin! <b><i><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=002&bookPage=198" target="_blank">(Mektûbât Tercemesi s.198)</a></i></b><br />
<br />
<b>****</b><br />
<b>Sual: Ramazan aklı giden, deli olan oruç tutacak mıdır? Orucu bozup kaza gerektiren durumlar nelerdir?</b><br />
<b>Cevap: </b>Bir kimseye Ramazanda delilik ârız olup oruc tutamasa, sonradan ifâkat bulması hâlinde, tutamadığı günleri kaza eder. Eğer Ramazanın evvelinden âhırına kadar, hiç ifâkat bulmayıp, deliliği devamlı olur ise, o Ramazanın orucu, sakıt olur.<br />
<br />
Ve dahi, bir kimse, oruçlu olduğunu unutarak orucunu bozsa, orucu fâsid olmaz. Eğer, oruçlu olduğunu hatırlayıp savmı fâsid oldu zannederek yemeğe devam etse, kaza lâzım olur. Kefaret lâzım olmaz. Eğer, orucunun bozulmadığını bildiği hâlde, yese, hem kaza ve hem kefaret lâzım olur.<br />
<br />
Ve dahi, oruçlu bir kimse terini yutsa, yahut bir kimse boyalı ipliği çiğnese ve boyasını yutsa, veyahut, bir kimsenin tükürüğünü yutsa, veyahut, kendi tükürüğünü, dışarıya çıkardıktan sonra yutsa yahut, dişinin arasındaki taamı yutsa ve yuttuğu şey, nohuttan büyük olsa, yahut cilt altına iğne ile ilaç zerk etse, orucu bozulur ve yalnız kaza lâzım olur.<br />
<br />
Ve dahi, bir kimse, kâğıt parçası veya avuç dolusu miktarı tuz yese, çiğ buğday, pirinç tanesi yutsa, orucu bozulur. Lâkin yalnız kaza lâzım olur. Çünkü bir avuç dolusu tuzu ne gıda olarak ve ne ilaç olarak yemek âdet değildir. Bir avuç toprak gibidir. Amma yediği tuz az miktarda olsa, kefaret de lâzım olur. (Eşbâh)da zikir olunmuştur. Çünkü tuz, az miktarda ilaç olarak da, gıda olarak da kullanılmaktadır.<br />
<br />
Bir hamile kadın veya süt veren kadın bunalsa da yese, yalnız kaza lâzım olur. Özrü yok iken, Ramazan günü aşikâre yiyen, içen, mürted olur. (Feyziyye).<br />
<br />
Ve dahi, bir kimse, susam dânesini yalnız çiğnese, orucu fâsid olmaz. Amma, yutmuş olsa, çiğnemiş olsun olmasın herhâlde, savmı fâsid olur. Ve kazası lâzım olur.<b><i><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=303" target="_blank"> (İslâm Âhlâkı s. 303)</a></i></b><br />
<br />VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-24162132055874675292021-04-16T22:43:00.004+03:002021-04-16T22:43:27.357+03:00Orucun fazileti<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisHFuN8975SZj9fwgFbbfS0KiinOyAUt3DLRz6_FBj2pM-s9vENfEfvCB9ugtkgV6IvcUiNB1C_k5YR9lCJOw7PBJqt3Rl9MHPTAaPLE7-JvYhC9Ie8Q59jm8a5YDbOAx19qfW8t8fMq0J/s1600/Orucun+fazileti.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisHFuN8975SZj9fwgFbbfS0KiinOyAUt3DLRz6_FBj2pM-s9vENfEfvCB9ugtkgV6IvcUiNB1C_k5YR9lCJOw7PBJqt3Rl9MHPTAaPLE7-JvYhC9Ie8Q59jm8a5YDbOAx19qfW8t8fMq0J/s1600/Orucun+fazileti.jpg" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: Ramazan orucu, namazdan sonra, diğer ibadetlerden ve başka aylarda tutulan oruçlardan daha mı faziletlidir?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap: </b>Süleymân bin Cezâ'ın, Hanefi mezhebindeki büyük İslâm âlimlerinin kitaplarından derlemiş olduğu ve (Ey Oğul) ismini verdiği ilmihalinde buyruluyor ki: Ramazan-ı şerif ayında oruç tuttuğun zaman bütün azalarınla tut ki, orucun oruç olsun ve orucun faziletine ve derecesine nail olasın. Habîb-i kibriya "sallallahü aleyhi ve sellem" efendimiz buyurdular ki, (Ya Ebâ Hüreyre! Oruç tuttuğun vakit, orucunu erken aç! [Yani akşam olduğu anlaşılınca, hemen iftar eyle.] Benim ümmetimden hayırlı o kimsedir ki, akşam ezanı okunduğu gibi, orucunu açar ve sahur yemeğini geç yer. Zira sahurda çok rahmet ve bereket vardır. Ve benim ümmetim Ramazan-ı şerifin orucunu güzel ve tam olarak tutsa, Hak teâlâ hazretlerinin bayram gecesi vereceği ecr-ü mesûbâtı, inam ve ihsanı, kendi zât-i pakinden başkası bilmez. Hak teâlâ hazretleri, azamet-i şâniyle buyurur ki: "Oruç benim rızam içindir, vereceğim ecri de kendim bilirim.") Bunun içindir ki, kâfirler bütün ibadetlerle puta taptılar. Fakat oruç ile tapmadılar. Ramazan orucu, namaz kılmaktan sonra, bütün ibadetlerden ve başka aylarda tutulan oruçlardan daha çok faziletlidir.<br /> <br /> Oruç, insanı hasta yapmaz. Kuvvetlendirir ve zihnini açar. Din düşmanlarının yalanlarına aldanmamalıdır. <b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=003&bookPage=431" target="_blank">(İslâm Ahlâkı s. 431)</a></b><br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Ramazan ayında oruç tutanın geçmiş günahlarının af edildiği bildiriliyor, bunun şartları var mıdır, nasıl oluyor?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap:</b> (Sahîh-i Buhârî)deki bir hadîs-i şerifte buyuruldu ki: (Bir kimse, Ramazan ayında oruç tutmağı farz bilir, vazife bilir ve orucun sevabını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günahları af olur). Demek ki, orucun Allahın emri olduğuna inanmak ve sevap beklemek lâzımdır. Günün uzun olmasından ve oruç tutmak güç olmasından şikayet etmemek şarttır. Günün uzun olmasını, oruç tutmayanlar arasında güçlükle oruç tutmasını fırsat ve ganimet bilmelidir.<br /> <br /> Hâfız [yani hadîs âlimi] Abdül' azîm-i Münzirî, (Ettergîb vetterhîb) kitabında ve hâfız Ahmed Beyhekî (Sünen) kitabında, Cabir bin Abdullah'tan "radıyallahü teâlâ anh" haber verdikleri bir hadîs-i şerifte, (Allahü teâlâ benim ümmetime, Ramazan-ı şerifte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir Peygambere vermemiştir:<br /> <br /> 1- Ramazanın birinci gecesi, Allahü teâlâ müminlere rahmet eder. Rahmet ile baktığı kuluna hiç azap etmez.<br /> <br /> 2- İftar zamanında, oruçlunun ağzı kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.<br /> <br /> 3- Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların af olması için dua eder.<br /> <br /> 4- Allahü teâlâ, oruç tutanlara, ahirette vermek için, Ramazan-ı şerifte Cennette yer tayin eder.<br /> <br /> 5- Ramazan-ı şerifin son günü, oruç tutan müminlerin hepsini af eder) buyurdu.<b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=001&bookPage=313" target="_blank"> (Tam İlmihâl s. 313)</a></b><br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9220527183288347714.post-6095099933844348182021-04-09T23:20:00.006+03:002021-04-09T23:20:39.623+03:00Ramazan ayının üstünlüğü<div dir="ltr"><div class="gmail_default" style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxg9BVFXoSUf9z8Pu9p90Tw4dlZV9s3pp6LMx7_mLIQi1OJ6j9MbkjXPk1VBN8SyMJabJOTyQS_k-bNT7h7VqquuQm7r69Rk_6O5lEe0Wm0V_ewp9oWN28ZlWGJAyjJmMlcJT6s726prpK/s1600/Ramazan+ay%25C4%25B1n%25C4%25B1n+%25C3%25BCst%25C3%25BCnl%25C3%25BC%25C4%259F%25C3%25BC.jpg" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;" target="_blank"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxg9BVFXoSUf9z8Pu9p90Tw4dlZV9s3pp6LMx7_mLIQi1OJ6j9MbkjXPk1VBN8SyMJabJOTyQS_k-bNT7h7VqquuQm7r69Rk_6O5lEe0Wm0V_ewp9oWN28ZlWGJAyjJmMlcJT6s726prpK/s1600/Ramazan+ay%25C4%25B1n%25C4%25B1n+%25C3%25BCst%25C3%25BCnl%25C3%25BC%25C4%259F%25C3%25BC.jpg" /></a></div><div class="gmail_quote"><b>Sual: Ramazan ayının diğer aylardan farkı, üstünlüğü faziletleri nelerdir?</b><br /> <b><br /> </b> <b>Cevap: </b>İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât Tercemesi 162. mektubunda buyuruyor ki:<br /> <br /> Allahü teâlânın zâtının şü'ûnâtından biri, kelâm şânıdır. Bu kelâm şânında, zâtın bütün üstünlükleri ve sıfatların bütün şü'ûnları bulunur. Mübarek Ramazan ayında da, bütün iyilikler, bütün bereketler bulunur. Her iyilik, her bereket, Allahü teâlânın zâtından gelmektedir "teâlâ ve tekaddes" ve Onun şü'ûnlarından hâsıl olmaktadır. Her kusur, her kötülük de, mahlûkların zâtlarından ve sıfatlarından hâsıl olmaktadır. Nisâ sûresinin yetmişsekizinci âyetinde mealen, (Sana gelen her güzel şey, Allahü teâlâdan gelmektedir.<br /> <br /> Sana gelen her kötülük de, kendindendir) buyruldu. Bunun için, bu aydaki iyiliklerin, bereketlerin hepsi, Allahü teâlânın zâtındaki üstünlüklerden gelmektedir. Bu üstünlüklerin hepsi de, kelâm şânında bulunmaktadır. Kur'ân-ı kerim, bu kelâm şânının hakikatinin hepsinden hâsıl olmuştur. Bundan dolayı, bu mübarek ayın, Kur'ân-ı kerim ile tam bağlılığı vardır. Çünkü Kur'ân-ı kerimde bütün üstünlükler bulunmaktadır. Bu ayda da, o üstünlüklerden hâsıl olan bütün iyilikler bulunmaktadır. Bu bağlılıktan dolayı, Kur'ân-ı kerim bu ayda nazil oldu. Bekara sûresinin yüzseksenbeşinci âyetinde mealen, (Kur'ân-ı kerim, Ramazan ayında indirildi) buyruldu. Kadir gecesi bu aydadır. Bu ayın özüdür. Kadir gecesi, çekirdeğin içi gibidir. Ramazan ayı da, kabuğu gibidir. Bunun için, bir kimse, bu ayı saygılı, iyi geçirerek bu ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuşursa, bu senesi iyi geçerek, hayırlı ve bereketli olur. Allahü teâlâ, hepimizi bu mübarek ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuştursun. Her birimize bundan büyük pay versin!<b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=002&bookPage=198" target="_blank"> (Mektûbât Tercemesi s.198)</a></b><br /> <br /> <b>***</b><br /> <b><br /></b> <b>Sual: Ramazan ayında yapılan ibadetler ile diğer aylarda yapılanlara verilen sevaplar aynı mıdır?</b><br /> <b><br /></b> <b>Cevap:</b> İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh", (Mektûbât)ın birinci cilt, kırkbeşinci mektubunda buyuruyor ki: (Ramazan-ı şerif ayında yapılan nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda, bir oruçluya iftar verenin günahları af olur. Cehennemden azad olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz. Bu ayda, emri altında bulunanların işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren amirler de affolur. Cehennemden azad olur.<br /> <br /> Resûlullah, bu ayda, esirleri azad eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer. Bu ayı fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir. Kur'ân-ı kerim Ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazan-ı şerifte, hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebezzama' vebtelletil urûk ve sebe-tel-ecr inşâallahü teâlâ) okumak [sünnet olduğu (Tebyîn)in Şelbî haşiyesinde yazılıdır.], teravih kılmak ve hatim okumak mühim sünnettir).<b><a href="http://www.hakikatkitabevi.net/bookread.php?bookCode=001&bookPage=314" target="_blank"> (Tam İlmihâl s. 314)</a></b><br /> <br /><br /></div></div> VEKA MEDYAhttp://www.blogger.com/profile/08584656487378950749noreply@blogger.com0